10 Ekim 2010 Pazar

Hz isa A.S. Hayat Hikayesi

İsrailoğullan'nın ileri gelenlerinden Imran artık iyice yaşlanmıştı. Karısı Hanne ile Kudüs'te yaşıyordu.
İmran, Hz. Süleyman'ın soyundan gelmekteydi.
Kudüs'te bulunan Beyt-i Mukaddes (Kutsal mäbed) de vaktini ibadet ile geçirirdi. Orada bulunan din adamlarının reisi idi. Karısı Hanne'nin hiç cocugu olmamıştı.

Çocuksuz oluşuna oldukça üzülmekteydi. Nerede bir küçük yavru görse gözleri yaşarıyor, onu özlemle seyrediyordu. Ne olurdu, Yüce Allah ona da bir küçük yavru vermiş olsaydı.
Hanne'nin günleri böyle üzüntüler içinde geçip gitmişti.
İçinden şöyle diyordu: "Ya Rabbi, eğer bana bir çocuk nasip edersen, andolsun onu Beyt-i Mukaddes'in hizmetine verecegim..."
Nihayet Hanne'nin duaları kabul oldu ve Yüce Allah ona bir.çocuk nasip etti. Sevinçten Hanne'nin içi içine sığmıyordu.

Ancak içine bir kuşku düşmüştü.
Çocuğu acaba erkek mi, yoksa kız mı olacaktı?
Ama kendisi erkek olmasını istiyordu. Çünkü Yüce Allah'a söz vermiş, yavrusunu Hak yoluna vermeye adamıştı.
O devirde Kutsal Mabedin hizmetinde ancak erkekler
çalışıyordu.
Imran çocuğunun doğumunu göremeden ahirete göçüp gitti.


Zamanı gelince Hanne nur topu gibi bir kız çocuğu doğurdu.
Buna çok üzülmüştü. Ama olsun çocugu vardı artık. İster erkek, ister kız ne farkederdi.
Çocuğun adını Meryem koydtılar.
Meryem gün geçtikce gelişti, büyüdü. Günü gelince annesi sözünü tuttu. Götürüp onu Beyt-i Mukaddes'e vermek istedi. Bu Kutsal Mabed'de Hz. Harun soyundan gelen insanlar bulunuyor, vakitlerini ilim öğrenmek ve ibadet ile geçiriyorlardı.


Yüce Allah'ın peygamberi Hz. Zekeriyya da onların başkanı konumunda bulunmaktaydı.
Hanne elinden tuttuğu yavrusu ile Kutsal Mabede varınca kendisini karşıyanlara şöyle dedi:
- Ey Allah'ın iyi kulları. Cok yaş yaşadım, artık ihtiyarlık elverdi. Bu vakte kadar bir çocuğum olmamıştı. Yüce Allah'a yalvardım,. Eger bana bir çocuk verecek olursa, onu Beyt-i Mukaddes'in hizmetine vereceğime dair söz verdim. Ama kader. Çocuğum erkek değil, kız oldu. Biliyorum, bu Kutsal Mabed'e kız çocukları alınmıyor.

Ne olur, beni kırmayın, Meryem'i kabul edin, ben de Yüce Allah'a karşı verdiğim sözü tutmuş olayım.
Kutsal Mabed'in hizmetlileri aralarında konuştular,   '' tartıştılar.
Simdiye kadar hiç böyle bir durumla karşılaşmamışlardı.
Bu çocuk aynı zamanda kendi başkanları olan ve bir süre önce vefat edem İmran'ın çocuğu idi.
Kabul etseler bile ona kim bakacak, kim büyütecekti?


Hz. Zekeriyya Hz. Meryem'in teyzesinin kocası aynı zamanda Beyt-i Mukaddes'deki hizmetlilerin reisi idi.
Bu nedenle çocuğu almak istedi. Diğerleri karşı çıktılar. Bu sevimli çocuğu aralarında pay edemiyor, herkes "Ben alacağım" diyordu.
Sonunda kur'a atmaya karar verdiler. Kur'a sonucu çocuk Hz. Zekeriyya'ya düştü. Hz. Zekeriyya, Hz. Meryem için özel bir oda yaptırdı.
Hz. Meryem artık bu odada kalacaktı. Bütün hizmetini Hz. Zekeriyya görüyor, onu besleyip büyütüyor, ona bilmediklerini öğretiyordu.


Hz. Meryem bu odada günlerini geçirmeye başladı. Vaktinin çoğunu Yüce Allah'a ibadet ile geçiriyordu.
Onun yanına Hz. Zekeriyya'dan başka kimse giremiyor, suyunu ve yemeğini yalnız o getiriyordu.
Günlerden bir gün yine Hz. Zekeriyya Hz. Meryem'in odasına girmişti.
Ona yiyecek ve su getirmişti.
Birden gördükleri karşısında şaşkına döndü. Hz. Meryem'in odasmda çok güzel bir sofra vardı.
Hz. Zekeriyya şaşkınlığını attıktan sonra:


- Ey Meryem, bu nedir? Bu yiyecekler nereden geldi böyle?
Hz. Meryem: "Ey Zekeriyya" dedi.
- "Yüce Allah tarafından bana böyle yiyecekler geliyor. Süphesiz Allah-u Teälä dilediğine hesapsız rızık gönderir."
Hz. Meryem temiz, iffetli, Allah katında değerli bir kul idi. O zamanındaki kadınların en hayırlısı idi.
Günler ayları, aylar yılları kovalamış, Hz. Meryem artık epeyce büyümüştü.


Kutsal Mabed'te kendisine ayrılan yerde günlerini ilim ve ibadetle geçiren Hz. Meryem güzel bir genç kız olup çıkmıştı.
Günlerden bir gün Hz. Cebrail insan şeklinde gelerek ona göründü.
Hz. Meryem oldukça korkmuş ve telaşlanmıştı.
Tanımadığı, bilmediği bir erkekle karşılaşmış olmak   u onu oldukça endişelendirmişti. Ona şöyle seslendi:


- Dogrusu ben senden, Yüce Allah'a şığınırim^^er; ... mümin bir kişi isen bana fenalık yapmazsın, yanımdan çekilip gidersin.
Hz. Cebrail'in ona bu şekilde görünmesi bir imtihan idi. Yüce Allah'ın meleği şöyle konuştu:
- Ben sana tertemiz bir oğul bağışlamak için Rabbinin gönderdigi bir elçiyim.
Hz. Meryem çok müjdeli bir haber almıştı. Arna yine de bu haber karşısında şaşırmış, telaşlanmıştı.
Nasıl oldurdu bu?

Kendisi evlenmemiş, bakire bir kız idi. Hiçbir erkek ona yaklaşmamıştı. Evlenmeden nasıl çocuğu olabilirdi
ki?     :
Hz. Cebrail'e şöyle cevap verdi:
- Benim nasıl bir oğlum olabilir? Bana bir insan dokunmadı. Ben iffetli bir kadınım.
Bunun üzerine Hz. Cebrail:
- Evet... söylediklerinde doğrusun. Ancak Rabbin buyurdu ki (Baba olmaksızın çocuk vermek) benim için çok kolaydır.



Bunu insanlara kudretimizi gösteren bir işaret, Isa'yı da (insanları kurtuluşa götüren) tarafımızdan bir nimet yapacağız.
Hz. Meryem artık anlamıştı. Bu insan şeklindeki melek Yüce Allah tarafından gönderilmişti. Öyleyse onun dediklerine inanması, ondan korkmaması gerekirdi. Yüce Allah ne demişse öyle olacaktı.        ir
Gercekten bir süre sonra Hz. Meryem hamile olduğunu anladı.


Bu durum onu sevindirdiği kadar utandırıyor ve oldukça korkutuyordu.
Çünkü hamile olduğu anlaşılırsa, diğer insanlar ona kötü göz ile bakacaklardı.
Böylece üzüntü ve korku dolu günler birbirini kovaladı durdu.
Hz. Meryem durumunu kimseye söyleyemiyordu. Nasıl anlatabilirdi?
Babasız bir çocuk doğuracağına kim inanırdı? Cok zor durumdaydı, sonunda dayanamadı.
Kutsal Mabed'ten kactı, Beytü'1-lahm denilen bir yere geldi. Arük doğum zamanı da neredeyse yaklaşmıstı.
Burada birkaç gün gecirdi ki doğum anı gelip çattı.
Hz. Meryem o sırada bir kuru hurma acağına yaslanmış duruyordu.
Sancıların şiddetinden hurmanın dallarına sarılmıştı.
Onun sarılması ile Yüce Allah tarafından verilen izin sonucu kuru hurma dallan bir anda yeşerdi. Meyve ile doldu taştı.

Hz Yunus A.S. Hayat Hikayesi

Geçmiş zamanlar Asurlular diye bir kavim vardı. Bu kavim Ninova şehrinde yaşardı. Ninova o vakitler en büyük şehirlerden biriydi. Hz. Yunus'ta Allah tarafından bu kavime peygamber olarak gönderildi. Hz. Yunus peygamber olduğu zaman 30 yaşındaydı.

Ninova halkı ticaret ile uğraşan zengin bir ahaliydi. Bu zenginlik halkın gözünü kamaştırıp doğru yoldan aynlmalarına neden oldu. Artık putlara tapıyorlardı. Ahireti düşünmez olmuşlardı.
Hz. Yunus Ninova'lılan Allah yoluna davet etti. Hz. Yunus'a çokça küfürler edildi. Ancak O, yılmadan, yorulmadan, sabırla tam 33 sene boyunca herkesi doğru yola çağırdı. Allah'ın emri ile belli zaman sonra başlanna bir felaket geleceğini anlattı.
Hz. Yunus'un söylediklerine inananlar da inanmayanlarda olmuştu. Hz Yunus Allah'tan izin almadan kavminden aynldı. Felaket günü yaklaşıyor, herkez Hz. Yunus'u anyordu. Fakat kimse bulamıyordu.

Hz. Yunus Dicle kıyısında bir gemiye bindi. Kendi ile birlikte gemiye binen başkalarıda olmuştu. Denize açıldılar.
Bu arada Ninova çok hareketliydi. Çünkü Hz. Yunus'un söylediği gün gelip çatmıştı.

Gündüz aniden güneş yok oldu. Her taraf karanlığa büründü. Etrafta çok korkunç sesler vardı. Herkes birbirine Hz. Yunus'u soruyordu. Şehirdeki putlan kırdılar. Allah'a düalar ettiler yalvardılar. Allah dualan kabul etti. Beklenen felaketi yaratmadı.



Hz. Yunus, ise gemideydi. Nasıl olduysa gemi gitmiyordu. Üstelik hiçbir sebebide yoktu. Gemi batmak üzereydi. Aralarında bir karar aldılar. Kur'a çekilecek ve bir kişi gemiden atılacaktı. Kur'a çekildi. Hz. Yunus çıktı.


Kur'ayı yenilediler tekrar Hz. Yunus çıkmıştı.
Hz. Yunus kalktı ve gömleğini çıkardı. Ailah'ın izni olmaksızın kavminden ayrılmıştı. Bu hatası hiç aklından çıkmıyordu. Gün batımında Allah'a tövbe ederek kendini engin sulara attı.


Yaptığı tövbeyi Yüce Allah kabul etti. Hz. Yunus'u kurtarması için büyük bir balık gönderdi. Hz. Yunus denizin sulanna gömüldüğünde, balık Hz. Yunus'u yuttu, Hz. Yunus'u karnında muhafaza etti. Daha sonra kıyıya geldiğinde Hz. Yunus'u kıyıya bırakıp uzaklaştı.


Hz. Yunus çok yorgundu, yürüyemiyordu. Sürünerek kumsala doğru ilerledi. Çevreye bakındı. Böcekleri ve zararlı hayvanları gördü. Oraya yığıhverrrüşti. Çok yakıcı bir güneş vardı. Yüce Allah bir bitki yarattı. Bu bitkinin adı Yaktin idi. Yaktin çok çabuk büyüdü.


Hz. Yunus'u güneşten ve böceklerden korudu.
Artık Hz. Yunus kendine gelmişti. Fakat nerede olduğunu biliyordu. Yola koyulmak için hazırhklar yaptı. Sonra yola çıktı. Çok uzun bir yolculuktan sonra Ninova'ya vardı.



Hz. Yunus nihayet kavminin yanına varmıştı. Ninova'da Hz. Yunus büyük bir sevgi ve saygıyla karşılandı, Hz. Yunus gördü ki putlar yok olmuş, kavmi yalnız ve yalnız Yüce Allah'a ibadet ediyordu.


Ninova'lılar, doğruyolu bulmuştu. Hz, Yunus çok sevindi. Gördükleri onu çok etkilemişti. Şükretti.
Hz. Yunus uzun yıllar kavmi ile beraber Allah'a ibadet ederek yaşadı.



Ölümünün yaklaştığı zaman Ninova'dan ayrıldı. Kimse nereye gittiğini bilmiyordu.
Daha sonra bilinmeyen bir tarihte, bilinmeyen bir yerde öldü.


Hz. Yunus'un Asurlulardan ayn kalması ile beraber, kavim yeniden dinden uzaklaştılar. Bunun üzerine Allah Ninova şehrini düşmanlann işgaline izin verdi. Böylece Asurlular devleti yıkıldı.

Hz ilyas A.S. Hayat Hikayesi

Israiloğulları Şam ve Filistin civarlannda dağınık
vaziyette oniki kabile halinde yaşıyorlardı. Bu kabileler Hz. Yakub'un oniki oğlundan çoğalmışlardı.

Zarnan geçtikçe israilogullan tekrar döğru yqldan çıktüar. Allah'ta onların başına zalim bir hükümdar verdi. O sıralarda Ba'lbek şehrinde Lacib isimli bir hükümdar vardı.

Lacib'in Erbil adında bir karısı vardı. Lacib'in şehirden aynldığı günler karısı Erbil onun yerine bakardı. O da kocası gibi ata biner ve onun gibi emir verirdi.

Bu kadın aynı zamanda peygamber düşmanıydı.
Ba'l isimli puta tapıyorlardı. Bu nedenle Yüce Allah onlara Hz. İlyas'ı peygamber olarak gönderdi.
Hz. İlyas Ba'lbek'te doğmuştu. Peygamberlik vazifesi verilince Hz. İlyas, Yüce Allah'ın emri ile peygamberliğini kavmine açıkladı.

Halkın çogu Hz. İlyas'a inansada hükümdarın korkusundan imana gelmiyorlardı.
Hz. İlyas onlara şöyle seslendi;


- "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? O en güzeli yaratandır. Ey Ba'lbek halkı Alemlerin yaratıcısı olan Yüce Allah'ı bırakıp da Ba'l putuna mı tapacaksınız? Biliniz ki hepiniz yanlış yolu takip ediyorsunuz."



Ancak Israiloğullan Hz. İlyas'ı dinlemediler. Onu yalanladılar. Sonunda Hz. İlyas'ı memleketten sürgün ettiler.


Bunun üzerine Yüce Allah'ta Ba'lbek şehrine felaketler
gönderdi.
Yağmur yağmaz oldu. Hayvanların hepsi öldü. Büyük bir kurakhk başladı. Kuraklık Ba'lbek'e kıtlık getirdi.


Bu kurakhk yıllarında Hz. İlyas Ba'lbek'te gizlice
"T'
dolaşıyor, kendine inanan fakirleri ziyaret ediyordu.'
Allah Hz. İlyas'ın ugradıgı evlere bereket bolluk gönderiyordu. Bu bir mucizeydi.


Ba'lbek Hükümdannın o kadar mücevheri olmasma rağmen o bile açlık ile karşı karşıyaydı.
İsrailoğulları bu belanın geliş nedenini Hz. llyas'ı şehirden kovmalan neticesine bağladılar.



Bunun üzerine her yerde Hz. llyas'ı aradılar. En sonunda Hz. llyas'ı bulup şehire getirdiler. Yaptıklarından pişman olduklarını anlattılar.
Hz. İlyas da onlardan tövbe etmelerini istedi. Daha sonra Hz. İlyas Allah'a düa etti.


Duasında Allah'tan yagmur cfiledi. Yüce Allah ta onun
duasını kabul etti. Yeniden her taraf yemyeşil olmuştu.
İsrailoğullan sıkıntılı günlerinden kurtulmuşlardı. Ancak kısa sürmediki yine nankörlük yaptılar ve yoldan çıktılar.


Hz. İlyas'ı tekrar dinlemiyorlardı. Hepsi günahkar olmuştu.
Hz. İlyas ne kadar uğraşsada boşunaydı. İlyas Aleyhisseläm İsrailoğullarının doğru yola gelmeyeceğini iyice anlamıştı. Çok üzülüyordu.

Onlardan ayrılmak için Yüce Allah'tan izin istedi. Allah'ta o kavimden aynlmasına ve başka bir tarafa gitmesine izin verdi.

Hz Süleyman A.S. Hayat Hikayesi

Hz. Davud vefat ettiği zaman on dokuz oğlu vardı. Hz. Süleyman'da bunlardan biri idi. Hz. Davud oğiu Süleyman'ı çok çok severdi. Çünkü o daha küçücükken bile, insanlar arasında hüküm verirken oldukça doğru ve olgun kararlar vererek babasının gözüne girmişti. Bu yüzden oniki yaşında olduğu halde babası Hz. Davud'un vefatından sonra hükümdar olup ülkesini yönetmeye başladı.

Tahta çıkarken Yüce Allah ona:
- "Arzu ettiğin herşeyi sana vereceğim" buyurmuştu. Hz. Süleyrnan'da
- Ya Rabbi şüphesiz sen bağışta bulunanların en hayırlısısın. Öyleyse bana hiç kimsenin ulaşamayacağı bir saltanat bağışla. Bunun üzerine; Yüce Allah rüzgarlan cinleri hayvanları onun emrine verdi. Kuşların dilini ögretti. Hz. Süleyman kuşlardan, cinlerden ve insanlardan meydana gelen büyük bir ordu kurdu. Bu ordu ile isyancıları bastırdı.     s r

Hz. Süleyman ordusuyla uzun mesafeleri kısa zamanda
alıyordü' Karıncalar vadisinden geçerken, karıncaların
endişelendiğini farkedince onları ezmemeye özen
gösterdi.
Örduya su arayıp bulma gibi önemli bir görevi ofeh Çavuş Kuşu, uzun süredir ortalıkta görünmüyordu. Diğer kuşlarda onun nerede oldugundan haberdar değildi. Hz. Süleyman ise bu duruma oldukça kızmıştı. Çok geçmediki Çavuş Kuşu göründü. Telaş içinde Hz. Süleyman'ın huzuaına çıktı.

- Sizin bilmediğiniz bir'şeyi öğrendim. Sebe ülkesine ulaşüm. Orada hükümdar Belkıs'ı gördüm Allah'ı bırakmış puta tapıyorlar.
Hz. Süleyman önce inanmadı. Çavuş Kuşu habersiz aynlışının suçunu örtmek için bunlan uyduruyor sandı. Sonra Çavuş Kuşuna dönerek.
- Bakalırn doğru mu söylüyorsun. Şimdi bir mektup yazacağım. Bunu bahsettigin kadın hükümdara götürüp vereceksin.


Mektubu verdikten sonra aradan ayrılıp bir yere gizlen.
Mektubu okuduktan sonraki tavrını bana haber ver.
Belkıs mektubu alınca çok heyecanlandı. Vezirlerini toplayıp durumu haberdar etti.
- Süleyman isminde bir hükümdardan mektup aldım. Güneşe tapmayı terketmemizi, bir olan Allah'a ibaret etmemizi istiyor. Ne yapalım.
- Vezirler, korkmadıklannı gerekirse savaşabileceklerini
söylediler.


Ancak Belkıs sultan işi barışçı yoldan halletmeyi düşünüyordu. Bu nedenle Hz. Süleyman'a hediyeler göndermeyi daha uygun buldu.
Bütün bu olanları izleyen Çavuş Kuşu, gördüklerini Hz. Süleyman'a bildirdi.
Hz. Süleyman elçileri karşılamak için büyük hazırlıklar yaptırdı. O kadar muazzam bir karşılama töreni yaptırdıki elçilerin adeta dili tutuluverdi. Gördükleri saltanat onlan büyülemişti.


Hz. Süleyman'ı dinlerken onu hayran hayran
süzmekteydiler.
- Hediyeleriniz için çok sağolun. Görüyorsunuz ki Yüce
Allah bana bol bol nimetler vermiş. Sizin hediyelerinize
ihtiyacım yok. Beni memnun etmek istiyorsanız  
Güneşe tapmayı bırakınız. Yalnız Yüce Allah'a ibadet
ediniz. Eğer söylediklerimi kabul etmezseniz, ülkenizi bu
gördügünüz muhteşem ordumla darmadağın ederim.


Elçiler bu muhteşem manzara karşısmda zaten ürpermişlerdi. Hz. Süleyman'ın sözleriyle iyice titrediler, "Emredersiniz" diyerek oradan aynldılar.
Sebe hükümdan Belkıs elçilerin anlatükian karşısında çok şaşırmış ve oldukça da etkilenmişti. Hz. Süleyman'a karşı direnemeyeceğini, anlamıştı. Çaresiz onun dediklerini kabul edecekti. Hz. Süleymanja gitmeye karar verdi. Vezirleride onaylamışlardı.


Belkıs yola çıKmadan önce, dünyada daha bir benzeri
olmayan eşsiz tahtını sağlam bir sandığa yerleştirip,
sadece kendinin girebildiği bir odaya kilitledi.
Hz. Süleyman, Belkıs'ın iman etmeye niyetli olduğunu biliyordu. Bir mucize göstererek onların imana gelmelerini kolaylaştırmak istiyordu.
Bu nedenle emrinde çalışan bütün insanları, cinleri ve hayvanlan bir araya topladı.


- Belkıs bize geliyormuş. O buraya gelmeden onun tahtını bana getirecek biri var mı içinizde.
Vezirlerinden bilgili ve oldukça dindar birisi Hz. Süleyman gözünü açıp kapayıncaya kadar Belkıs'ın tahtını getirivermişti.
Hz. Süleyman tahtı inceledikten sonra biraz degiştirmelerini emretti.
Billurdan bir saray yaptırıp tahtı buraya yerleştirdi.


Hz. Süleyman Belkıs'ı karşüayıp doğruca bu saraya getirtti. Belkıs tahtı görünce şaşkınlıktan donakaldı. "Tıpkı benim tahtım" diye mınldanıyorken, Hz.
Süleyman;
- Sizi karşılamak için ülkenizden getirttim buyrun oturun.
Belkıs tahta oturacakken etekleri ıslanmasın diye eteğini toplayacaküki, Hz. Süleyman havuzun üstünün camla kaplı oldugunu eteğinin ıslanmayaca§ını söyledi.


Belkıs her geçen an dahada şaşırıyordu. Gördükleri onun imana gelmesine yetmişti. Güneşe tapmakla ne kadar hata ettiğini anlıyordu. Işte Yüce Allah peygamberi olan Hz. Süleyman'a neler neler vermişti.
Belkıs imana gelmişti. Alemlerin tek yaratıcısı Yüce Allah'a inandıgmı açıkladığında, ortalığı sevinç çığhklan kaplamıştı. Hz. Süleyman daha sonra Belkıs ile evlenip onu kendi ülkesine hükümdar olarak gönderdi.


Hz, Süleyman 40 yıl saltanat sürmüştü. Vefatına yakın bir saray yaptınyordu. Yine birgün inşaatı kontrole gelmiş asasına yaslanarak çalışanları seyrediyordu.     . Ancak asaya yaslanmış bir vaziyette ruhunu Yüce Allah'a teslim etmişti. Cinler bu durumu farketmemişlerdi. Olacakları ewelden bildiklerinı sanan cinler Hz. Süleyman'ın vefatını anlamamışlardı.         Hz. Süleyman asasına yaslanmış vaziyette günlerce kaldı.


Hiç kimse yanına gelip birşey sormaya cesaret edemiyordu. Bu sırada bir ağaç kurdu Hz. Süleyrnan'ın asasını kemiriyor, her geçen gün iyice yontuyordu. Mabedin inşaatı bittiği zaman ağaç kurduda asayı içten içe yeyip bitirmişti. Bu duruma gelen asa Hz. Süleyman'ın ağırlığını taşıyamayınca çatırdayıp kırılmıştı. Dolayısıyla Hz. Süleyman'da yere devrilmişti.
Bu olaya şahit olan insanlar ve cinler hemen koştular. Birde gördüler ki Hz. Süleyman çoktan vefat etmişti.


Bunun üzerinc cinler kendi aralannda.
- Eğer.biz olacakları, görünmeyen gizli şeyleri bilmiş olsaydık Hz. Süleyman'ın öldüğünden haberimiz olurdu. Demekki bu söylenenler yalanmış.
Böylece Yüce Allah Hz. Süleyman'ın vefatı ile onlara gereken derside vermiş oluyordu.

Hz Davut A.S. Hayat Hikayesi

Hz. Musa'dan sonra, Hz. Yuşa peygamber olmuştu.
İsrailoğulları'nı çölden çıkardıktan sonra Şeria nehrinin yanına kadar getirmiş oradanda. Eriha şehrini kuşatmıştı.

Eriha'yı savaşarak ele geçirdikten sonra mukaddes topraklara kavuşmuşlardı.
Hz. Yuşadan sonra Israiloğullarında Hakimler devri başlamıştı. Bu devirde İsrailoğullan'nın başına Amalikalıların acımasız hükümdarı Calut bela olmuştu.

Oldukça gaddar olan bu dev cüsseli Calut, İsrailoğullarına sürekli baskı yapıyor, onları devamlı zor durumda bırakıyordu. Üstelik İsrailoğullan için manevi önem taşıyan Tabutu'da ele geçirmişlerdi. Şimdide mukaddes toprakları kaybetme tehlikesi ile karşı kärşıya bulunuyorlardı.


Sonunda kendilerine yeni bir önder yeni bir kumandan aramaya başladılar. Bu nedenle Hz. IsmaiTin yanına gittiler ve şöyle dediler;
- "Bize bir lider gerekmektedin O lider ne derse biz onu yaparız."


Hz. Ismail liderlik için Talüt'u seçti. Ama Talüt'un malı, mülkü olmadığından İsrailoğulları ona itiraz ettiler.
Aradan günler geçti. Amälika kavmi, İsrailoğullan için
kutsal sayılan Tabüt'un çevresine pislemeye başladılar. Bunu duyan İsrailogulları oldukça üzülüyorlardı.


Daha sonra Yüce Allah'ın bir mucizesi gerçekleşti. Tabut'un çevresine pisleyen amansız bir hastalığa yakalanıyordu. Bunun üzerine Calüt Tabüt'u iki öküzün üstüne koyarak çöle yolladı. Oküzler Tabut'u doğruca Talüt'un evine getirmişlerdi.


Bu mucize karşısında İsrailogullan Talut'un liderligini
kabul etmek zorunda kalmıştı.
O günden sonra savaş hazırlıkları yapıldı. İsrailoğulları savaş için hazırlandıktan sonra yola koyuldular. Sıcak çöllerde uzun süre yol aldılar. Dinlenmek için bir dağm eteğinde durdular. Talut askerlerine şöyle seslendi;


- "İsrailogulları! Bu dağı geçince bir nehir göreceksiniz. Nehri geçer geçmez savaş başlayacaktır.
Ancak Yüce Allah sizi bu nehirde imtihan edecektir. Kimse bu sudan içmesin, yoksa savaşma gücünüzü yitirirsiniz. Sadece serinlemek için bir avuç suya izin vardır."


İsrailoğullan dağı aştılar ve nehire vardılar. Ancak pek çoğu Talüt'un dediklerini unutmuştu. Çok az kimse suyu içmemişti. Suyu içenlerin savaşma gücü kalmamıştı. Hepsi suyun kenarında yığılıp kaldılar.
Talüt çok az askeri ile karşıya geçmişti, Calüt'un ordusu daha nüfuslu, ath ve silahlı idi.


Savaş başlamış ortalık bir anda çığhklar ve at sesleriyle
inler olrnuştu. r
Savaş iyice hızını arhrmıştı ki, Calüt meydanın ortasına
çıkarak kendisi ile teke tek dövüşecek bir asker istedi.
Calüt iri yan oldugu için herkes ondan korkuyordu. Az
sonra bir ses duyuldu;

- "Ey Calut seninle ben dövüşecegim."
Bu cevabı veren Hz. Davud idi. Hz. Davud genç idi çobanhk yapıyordu ve oldukça iyi sapan atardı. Calüt, Hz. Davud'u karşısında görünce onunla alay etmeye başladı. Çünkü onu önemsemiyordu. Calut atı ile Hz. Davud'un üzerine hızlı gelmeye başladı.


Hz. Davud'un elinde bir bıçak ile sapandan başka birşey yoktu. Calüt iyice yaklaşınca Hz. Davud elindeki sapan ile onu avladı. Calüt atından düşmüştü. Daha sonra Hz. davud hızla atılıp elindeki bıçak ile Calüt'u öldürdü. İsrailoğullan savaşı bir avuç insan ile kazanmışlardı.


Sonraki zamanlarda Talüt kızını Hz. Davud ile evlendirdi. Talüt öldükten sonra yerine Hz. Davud geçti. Hz. Davud hükümdar olarak ç'ahştıktan bir müddet sonra peygamber oldu. Böylece Hz. Davud hem peygamber hem'de padişah olan ilk insan olmuştu.


Devletinin parasını yememek için demirden zırh yapıp satmaya başladı. O artık geçimini böyle sağlıyordu. Hz. Davud'a dört büyük kitaptan biri olan Zebur gönderildi. Hz. Davud, Zebur'u her zaman okurdu. Herkes onu dinlerdi.  Sesi çok güzeldi. O yüzden dinleyenler çok etkilenirdi.


Hz. Davud tsrailogullan'nı refaha kavuşturnıuştu. "^ Ancak İsrailogulları tekrar azmıştı. Yeniden doğru yoldan çıkmaya başladılar.
Hz. Davud vfefatına kadar İsrailoğullarına Yüce Allah'ın vahiylerini anlatmaya devam etti.

Hz Musa Hz Harun A.S Hayat Hikayesi

HZ. MUSA ile HZ. HARUN
Hz. Yakûb'un neslinden gelen kavme İsrailoğullan denilir. Bu kavim yaklaşık 10 asırdır Mısırda yaşamaktaydı. Nil sayesinde bolluk ve bereketler ülkesi olan Mısır'ı Firavunlar idare ediyordu. İsrailoğullarının sayısı her geçen gün dahada artıyordu.
Bu durum Mısın idare eden Firavunlan çok korkutuyordu.

Çünkü birgün Mısın Israiloğullarına kaptıracaklarından korkuyorlardı. Bu korku zalim Mısır Firavununu daha da acımasız hale getirmişti. Bu yüzden İsrailoğullarını rahat bırakmıyor onlara her türlü ızdırabı çektiyordu. Onlara türlü türlü eziyetler ediyor, ellerindeki malları mülkleri alıyordu.
Firavun birgün gördüğü rüyanın etkisiyle oldukça korkmuş ve kahinlerini falcılarını çağırtmışti.


Kahinler Firavunun rüyasını şöyle tabir etmişlerdi.
- Ey Firavun! Senin sonun yeni doğacak bir erkek İsrailoğlunun eli ile olacak.
Bunun üzerine, İsraillilerin çoğalmasından zaten endişe duyan Firavun şu emri verdi.
- Yeni doğan İsrailoğullarını öldürün!
Böylece Firavunun askerleri yeni doğan erkek çocuklannı öldürmeye başladılar.

Israiloğulları soyundan gelen İmran'ın bir oğlu oldu.
Ogluna Musa adını koydu. İmran hanım oğlu olduğu
için çok üzülüyordu. Oğlunu üç ay herkesden gizledi.
Fakat çok korkuyordu. Sonunda Yüce Allah anneye
şöyle buyurdu:
- "Bir sandık yap. Musa'yı içine koy ve Nil nehrine bırak."
Anne Allah'ın buyurduğu gibi yapmıştı. Nil nehri Musa'nın sandığını Firavun'un sarayına kadar götürdü.

Saraydakiler sandığı görünce çok şaşırdılar. Firavun sandığı getirmeleri için emir verdi. Sandığı açtıklarında Musa'yı gördüler. Firavun çocuğun öldürülmesini söyledi. Ancak Firavun'un hanımı Asiye Musa'yı yanına almak istedi. Firavun kabul etmişti. Ne varki
Asiye Musa'yı emziremiyordu. Birçok süt anne gelmesine karşın Hz. Musa hiçbirini emmiyordu. Musa'nın ablası sarayda çalışıyordu. Izin alarak annesini saraya getirdi.

Üç gün sonra nihayet Musa emmeye başladı. Hiç kimse Asiye'nin Hz. Musa'nın annesi olduğunu bilmiyordu. Yıllar böyle geçti. Artık Hz. Musa sarayda bir prens gibi büyüyordu.
Günlerden birgün Hz. Musa çarşıya çıkmıştı. Bir İsrailli ile bir Mısır'lının kavga ettiklerini gördü. Mısırlı sürekli vuruyordu. Musa onlan ayırmak istedi. O sırada Mısır'lıya vurmak zorunda kaldı.


Ancak vuruşu biraz sert olmuştu. Mısır'lı oracıkta ölmüştü. Bunun üzerine hızla oradan uzaklaştı. Saraya dönmüştü. Allah'a yalvardı ve tövbe etti. Üstelik öldürmek için vurmamıştı. Musa'yı gören olmamıştı. Ertesi gün Musa şehirde gezerken aynı israillinin yine kavga ettiğini gördü. İsrailoğulunu azarladı ve kavgayı ayırmak için araya girdi. Fakat İsrailoğlu korktu. Musa'nın kendini vuracağını zannetti ve şöyle dedi;

- Musa.. Musa.. Dün bir Mısırlı'yı öldürdün. Bugün de beni mi öldüreceksin?
Kimse birgün önce ölen adamı kimin öldürdüğünü bilmiyordu. Ama şimdi herkes haberdar olmuştu. Musa hemen oradan ayrıldı. Artık Musa'nın adam öldürdügünü herkes biliyordu. Bunun üzerine Mısır'ı terkedip yollara düştü. Mısırdan çok çok uzaklaşmış, Medyen'de bir kuyunun yanıbaşında oturuyordu.

Öte yandan orada bulunan diğer insanlarda hayvanlannı sulatıyorlardı. Birden birşey Musa'nın dikkatini çekti. Koyunlannı sulatmak isteyen iki kız, kuyu başına inmiyor, dolayısıyla koyunlarınıda sulatamıyorlardı. Bunun üzerine Musa şefkatle sordu.
- Neden koyunlannızı sulamıyorsunuz?
Kızlar cevap verdi

- Once halk sulayacak sonra da biz. Biz kadınız ve zayıfız. Babamız yaşı ilerlemiş bir ihtiyar oldugu için biz buradayız. Bunun üzerine Hz. Musa hemen harekete geçti. Ve kadınların koyunlannı suladı. Kızlar teşekkür edip oradan ayrıldılar. Şimdi Musa nereye gidecekti? Kuyunun başında biraz dinlenmek için oturdu.
Kızlar da eve gitmişler ve Hz. Musa'nın yardımını
babalanna anlatmışlardı.

İhtiyar baba, Hz. Musa'yı misafir etmesi için kızlardan birini Hz. Musa'nın yanına gönderdi. Az sonra Hz. Musa kız ile beraber eve geldi. İhtiyara başından
geçenleri anlattı. Bunun üzerine ihtiyar şöyle dedi;
- "Korkma, artık bundan sonra güvendesin. Ben de Allah'ın peygamberlerinden Şuayb'ım. Eger benim yanımda sekiz yıl çalışırsan kızlarımdan birini sana nikahlarım.

Musa kabul etti ve çalışmaya başladı ve bu sekiz seneyi doldurdu. Daha sonra zevcesi ile beraber yola koyuldu. Gece olmuş ve çöl bayağı soğumuştu. Isınmak için ateşe ihtiyaçlan vardı. İleride bir ateş gördüler. Musa hanımını orada tuttu ve ateşe doğru tek başına ilerledi. Oraya vardığında şöyle bir ses duydu;
- "Ey Musa, Ben senin Rabbinim. Hemen
ayakkabılannı çıkar, çünkü sen mukaddes vadi
Tuva'dasın"

Sonra Yüce Allah vahyetti;
- "Ben seni peygamberliğe seçtim. Şu sağ elindeki nedir ey Musa?"
- "O asamdır."
Yüce Allah buyurdu;
- "Onu yere bırak"
Musa'da öyle yaptı ve gördü ki asa yılan olmuştu.
Ällahü Teäla şaşkınlıktan donakalan Musa'ya yeniden buyurdu.
- "Onu tut! Korkma, biz onu yine eski haline çevireceğiz."
Sonra Yüce Allah şöyle buyurdu;
- "Ikinci bir mucize olarak elini koynuna koy, kusursuz olarak bembeyaz çıksın."

Daha sonra Allahü Tealä Musa'yı Firavun'a gonderdi.
Firavun ile konuşmasını istedi
Bunun üzerine Hz. Musa;
- "Ey Rabbim, lisanımın açılmamasından korkuyorum; Onun için kardeşim Harun'a da peygamberlik ver."
Onunla sırtımı kuvvetlendir.".


Allahü Tealä, Harun'a da peygamberlik vermişti.
Hz. Musa ile Hz. Harun, Yüce Allah'a, Firavun'un kötülük edebileceğini bu yüzden endişeleri olduklarını söylediler.
Ancak Yüce Allah onlara: "Aklınıza gelenlerin bışınıza gelmesinden korkmayın. Çünkü ben sizinle beraberim.

'Herşeyi işitiyor ve görüyorum. Onun zulmünden sizi koruyacağım.
Hz. Musa ile Hz. Harun, Rab'lerinin emrine uyup, Mısır'a Firavun'a gittiler.
Firavun yıllar sonra Hz. Musa'yı kardeşi ile birlikte karşısında görünce çok şaşırdı. Üstelik Hz. Musa'nın kendini Hak yola davet etmesine de çok kızmıştı.

Onu nankörlükle suçladıktan sonra. Işlediği cinayeti hatırlatıp, Hz. Musa'yı suçladı. Ancak Hz. Musa masum olduğunu olayın bir kazadan ibaret olduğunu söyledi.
Ancak Fıravun, Hz. Musa'nın başına kakmaya devam edip onu yediği ekmeğe nankörlük etmekle suçlayıp zor duruma sokmak istiyordu. Ne varki Hz. musa'nın verdiği cevaplarla köşeye sıkışan Firavun onu delüikle suçlarnaya başladı.

Peki seni Peygamber seçen Rabbin kimdır?
- Benim Rabbim bütün kainatı yaratan, insanları ve canhları besleyip büyüten, eşi ve benzeri olmayan, alemlerin yegane hakimi olandır.
Firavun iyice öfkelenmişti.
Peki bir delilin var mı? Bu söylediklerinin doğru olduğuna nasıl inanalım.
Bunun üzerine Hz. Musa, asasını yere attı.

Asa birden yılana dönmüştü. Elini cebinden çıkarınca eli bembeyaz olmuş. Müthiş bir ışık saçmaya başlamıştı.
Ancak Firavun ve yanındakiler bunu sihre yordular. Hz. Musa'nın mucizelerini boşa çıkarmak onun davasını hiçe indirmek için ülkenin dört bir tarafından sihirbazlannı davet etti.
Sihirbazların Hz. Musa ile karşılaşacaklan gün gelip çattı. Büyük bir kalabahk meydanı doldurmuştu.

Önce kimin hünerini göstereceği konusunda münakaşalar oldu. Ancak Hz. musa önce sihirbazların hünerlerini göstermelerini istedi. Sihirbazlar ellerindeki ipler ve bastonlan yere bırakıverdiler. Meydan büyüklü küçüklü yılanlarla doluvermişti. Hz. Musa ve halka, bu yılanlar hareket ediyormuş gibi gösterilmişti. Firavun sevinçten dört köşe olmuştu. Çünkü sihirbazlannın galip geleceğinden oldukça emindi.

Hz. Musa bütün bunların sihir olduğunu biliyordu. Bu nedenle hiç endişelenmedi. Elindeki asayı yere bıraktı. Asa ejderi andıran bir yılana dönmüştü ve kısa sürmediki hepsini yutmaya başladı. Bunun üzerine, gerçeği gören bütün sihirbazlar iman ettiler. Bu duruma oldukça sinirlenen Firavun bütün bu olanların bir komplo oldugunu, bu müsabakanın planlı olduğunu iddia etmeye başlamıştı. Sihirbazlara Hz. Musa'ya iman etmemeleri için uyanda bulundu.

Ancak sihirbazlar imanlarından vazgeçmeyince onlan zindana attırdı.
İsrailoğulları'da topluca iman etmişlerdi. Bunun üzerine paniğe kapılan Firavun, Israilogulları'na baskı ve zulmü arttırdı. İsrailoğulları çektikleri eziyet karşısında adeta Hz. Musa'ya isyan edercesine itaat ediyorlardı.
- Neler oluyor ey Musa. Sen peygamber olmadanda eziyet çekiyorduk. Şimdide işkence görüyoruz. Değişen ne oldu ki?

Bu durum karşısında Hz.'Musa onlara sabırlı olmalarını beklemelerini tavsiye ediyordu. Firavun'un yakınlarından da bazı kimseler Hz. Musa'ya iman etmişti. Bunlardan biriside Firavunun zevcesi Asiye idi. Firavun bu durumdan haberdar olunca ona da çeşitli işkenceler yaptı. Sonunda imanından asla vazgeçmeyen Asiye'yi öldürdü.

Yüce Allah işkencelerini arttıran Firavuna ders olsun diye felaketler göndermeye başladı. Önce Nil nehri taştı ve her yer sellere boğuldu. Daha sonra ülkeyi çekirgeler sürüsü kapladı, peşinden korkunç bir kıtlık başladı.
Bunun üzerine Firavun; "Eger bu belalar ortadan kalkarsa iman edecegini" bildirdi. Bunun üzerine Yüce Allah Hz. Musa'nın dualannı kabul etti.

Önce çekirgeler yok oldu. Mahsuller çoğaldı ve bolluk bereket yeniden geldi. Ama Firavun ve adamlan yine de iman etmediler. Üstelik iman edenlere baskı ve zulmü arttırdılar.
Yüce Allah, tekrar felaketler göndermeye başladı. Kurbağalar, bitler, Firavunu köşeye sıkıştırmış. Çaresiz bırakmıştı.

Her seferinde iman edeceğini bildiren Firavun, bu felaketler ortadan kalktıktan sonra yine iman etmemişti.
Hz. Musa'ya Mısır'dan çıkması için ilahi emir gelmişti. Kavmi İsrailoğullan ile birlikte filistine doğru gece gizli olarak yola çıktılar. Bu durumdan haberdar olan Firavun derhal askerlerini toplayarak onları takibe başladı. Kısa sürmediki İsrailoğullarına yetiştiler.

Firavun'un dev gibi bir ordu ile geldiğini gören, İsrailoğulları çok korkmuşlardı. Ancak Hz. Musa onlan sakinleştirdi.
- Ey İsrailoğulları korkmayınız. Yüce Allah sizi yıllar boyu süren işkencelerden nasıl kurtardı ise şimdi yine kurtaracaktır.
Yüce Allah'ın buyurmasıyla. Hz. Musa, asasını Kızıldeniz'e vurdu.

Asa denize değer değmez, denizin suları çekilmeye başladı. Ortadan yarılan su İsrailoğullarının geçmesi için müsait bir yol açmıştı. Bu mucize karşısında şaşıran ve o derece sevinen Israiloğulları bu yoldan geçerek karşı kıyıya geçtiler. Bu sırada onlara yetişen Firavun, hırsla onların gittiği yoldan peşlerine takılmıştı. Ancak tam denizin ortasına gelmişlerdiki birden sular çözülüverdi. Suların iki ucu bir birine ulaşınca, Firavun ve adamları suların altında kaldılar.

Olecegini anlayan Firavun, son anda imana gelmişti. Ancak Yüce Allah, onun imanını kabul etmedi. Böylece Firavun ve ordusu. Sulara kapılarak helak oldular.
İsrailoğuIIan böyle bir belayı Yüce Allah'ın sayesinde atlattıklan halde yine de Hz. Musa'yı hep üzmüşlerdir. Hz. Musa bu nankör kavim için yıllarca ugraşmıştır. Eriha şehrini kuşatırkende, hakkın rahmetine kavuşmuştur.

Hz Şuayb A.S. Hayat Hikayesi

Arap yanmadasının kuzey batısında; Hicaz'la Filistin arasında, yeşil şirin ve büyük bir şehir vardı. Buranın adı Medyen idi. Medyen'in büyüklüğü ve zenginliğinin sebebi kervanların buradan geçmesi idi.

Öyle ki, Hindistan'dan gelip Mısır, Cezayir veya Tunus'a gidenler bu yolu kullanıyorlardı.
Medyen'e yakın Kızıldeniz sahilinde başka bir şehir daha vardı. Buraya da Eyke adı verilmişti.
Eyke ve Medyen o zamanın en zengin şehirlerindendi.

Ama bu zenginligi hile ve haram ile elde etmişlerdi. Bu şehirlerin insanları şehre gelen kavimlerden, kervanlardan haksız kazançlar elde ediyorlardı.
Şehire girişte kayaların arasında dar bir geçit vardı. Kervanlar buraya girdiğinde bozguna ugrar, yağma edilir, ellerindekiler zorla alınırdı.

Karşı koyanlar ise canlarından olurlardı.
Gelen, kervanlar sattıkları malların karşılığını alamıyorlardı. Medyen halkında ahläk kalmamıştı. Dürüst değillerdi. Bu kavgacı halleri bazen kendi aralannda da görülüyordu.

Dürüstlükten nasibini almayan, hile ile iş yapan bu kavme Hz. Şuayb peygamber olarak gönderildi.
Hz. Şuayb Yüce Allah'ın vahyettiklerini Medyenlilere anlattığında dalga geçer gibi dinliyor ve Hz. Şuayb'a inanmıyorlardı. Üstelik kendi yaptıklan putlara tapıyorlardı.



Hz. Şuayb bıkmadan, usanmadan büyük bir sabırla Medyen'lileri ibadete çagırıyordu. Yine bir gün . Medyenlilere şöyle seslendi:
- "Allah'tan korkmaz mısınız?
Gerçekten ben size gönderilen güvenilir bir
peygamberim.


Ölçüyü ve tartıyı doğru yapın. Eksiltip hak yiyenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların mal ve haklarını gaspetmeyin. Putlara tapmaktan vazgeçip Yüce Allah'ın emirlerine itaat edin.
Bu sözlere inanmayan kavim birgün Hz. Şuayb'a şöyle dedi:


- "Eğer doğru sözlü isen, hemen üzerimize gökten
parça düşür de görelim."
Böyle dediler, çünkü Allah'ın azabından haberleri yoktu.
Hz. Şuayb Medyen halkını bıkmadan usanmadan defalarca hak dinine davet edip durdu.


Bunun üzerine Hz. Şuayb onları son defa uyarıp kendine inananlar ile birlikte Medyen'i terketti.
- Benim Rabbim herşeye kadirdir. Birkaç akrabama değil, Allah'a güveniyor, O'na sığınıyorum. Elinizden geleni geri bırakmayın.


Hz. Şuayb'ın ayrılışından sonra, Medyen halkı bir gece korkunç bir gürültü ile yataklarından fırladılar. Korkunç ses büyük bir zelzelenin habercisiydi. Hiç bir yere kaçamadılar. Yüce Allah'ın azabı çok şiddetli olmuştu. Tek canlı dahi kalmamıştı.


Hz. Şuayb daha sonra Eyke'ye gidip, Eyke ahalisini imana davet etmeye başladı ancak onlarında Medyen'lilerden farkı yoktu. Onlarda puta tapmaktan vazgeçmiyorlardı. Bunun üzerine Hz. Şuayb Allah'ın izni ile kendine inanlar ile birlikte Eyke'den ayrıldı.


Hz. Şuayb'ın Eyke'den ayrılmasından kısa bir süre sonra Eyke'lilerin başına gelecek felaket kendini göstermeye başladı.
Eyke'de çok büyük bir sıcaklık başlamıştı. Ağaçlar kuruyor, otlar sıcaktan yanıyordu.

 Sular durduğu yerde kaynıyordu, Sıcaklığa dayanamayanlar birer birer ölüyorlardı. Bu böyle yedi gün devam etti. Sekizinci günün ilk saatlerinde gökyüzünde simsiyah bir bulut gözüktü. Herkes koşarak bulutun altına gitmişti. Bu şekilde sıcaktan kurtulmaya çalışıyorlardı.

Fakat birden bulutlardan ateş yağmaya başladı. Hiç kimse bu ateşten kurtulamazdı. Kurtulamadılarda. İnkarcıların hepsi yanarak can verdi.
Hz. Şuayb Mekke'de ölümüne kadar peygamberlik görevine devam etti. Öldüğü vakit üçyüz yaşında idi.

Hz Eyyub A.S. Hayatı

Kur'an'da adı geçen peygamberlerden biri de Hz. Eyyüb'dur. Hz. Eyyüb; Hz. Yaküb'un ikiz kardeşi Ays'ın oğludur. Hz, Eyyüb dünyaya geldiğinde çok sağlıklı idi.

Hz. Eyyüb hanımı Rahmet ile beraber mütlu bir hayat sürdürüyor birlikte çok çalışıyorlardı. Bıkmadan yorulmadan ekip biçtiler. Bolca mahsül kaldırdılar. Bu arada Hz. Eyyüb'un çocuklan da olmuştu.

Artık Hz. Eyyüb hem çok zengin, hem de çok sayıda çocuga sahip idi. Ancak Hz. Eyyüb bu zenginliği ile kibirlenmiyordu. Aksine malını ve mülkünü fakirlerle, misafirleriyle ve düşkünlerle paylaşıyordu. Daha sonra Hz. Eyyüb'a peygamberlik vazifesi verildi.

O artık insanları allah'ın yoluna çagıran bir hak
peygamberiydi.
Hz. Eyyüb o kadar işinin arasında hiç bir ibadetini geciktirmeden noksansız yerine getiriyordu. Ancak şeytan sürekli olarak Hz. Eyyüb'un etrafındaydı.


O'nu kandırmaya çalışıyordu. Ancak Hz. Eyyüb şeytana uymadı. Allah'ın yolundan asla ayrılmadı
Aradan çok zaman geçti. Yıllar birbiri üzerinden hızla geçip gitti. Hz. Eyyüb'un işleri eskisi gibi iyi degildi.



Ekinleri sapsarı oldu. Hayvanları ölmeye başladı. Evinin altından geçen pınar zamanla kurudu.
Hz. Eyyüb ile ailesi çok çalışıyordu fakat ne yapsalar, ne etseler de ekinler yeşerrniyordu. Artık eskisi gibi zengin değillerdi. Ailesi kıt kanaat geçinebiliyordu.


Çocukları geçimlerini yapabilmeleri için uzakiara
gittiler.
Hz. Eyyüb'un yanında bir tek hanımı Rahmet kalmıştı. Zaman içinde Hz. Eyyüb hastalandı. Vücudunda yaralar çıkmaya başladı. Yatağından kalkamaz olmuştu.


Ancak bu haliyle bile, yine insanlara Allah için sesleniyor, yüce Allah'a devamlı şükrediyordu. Öyleki namazını biie işaretle kıhyordu.
Hz. Eyyüb'un dili ve kalbi hariç her azası hastaydı... O'na bu hastalık halinde yardım eden bir tek, ama bir tek zevcesi Rahmet vardı.


Eyyub aleyhisseläm bu fakirlik ve hastalıklara karşın yine de şeytana uymuyordu. Sürekli Allah'a şükrediyordu. Gün geçtikçe hastahğı iyice arttı. Bu haliyle bile yüzünde ki gülümsemeleri kaybolmamıştı. Çok sabırlıydı. Çünkü o bir peygamberdi.


Nihayet birgün Yüce Allah'tan bir vahiy geldi. - "Ayağını yere vur!"
Hz. Eyyüb heyecanlandı. O heyecanla hemen ayağa kalktı. Ayağını yere vurdu. Yerden soguk ve bolca su fışkırdı. Hz. Eyyüb bu su ile yıkandı.


Bolca da içti. Sonra Allah'ın izni ile şifa buldu.
Evet Hz. Eyyüb bir imtihandan geçmişti. Zenginlik, fakirlik ve amansız hastahk O'nu Allah'a olan inancından döndürememişti.
Hz. Eyyüb imtihanı başan ile geçmiş ve kurtulmuştu.


Yüce Allah'ta O'nu mükafatlandırmış ve yeniden mal mülk ile ödüllendirmişti. Onu sıkıntıh zamanında yalnız bırakmaya ona her zaman yardımcı olan hanımı Rahmet'te bu kurtuluştan nasibini almıştı. Hz. Eyyüb bu amansız hastalıktan sonra daha uzun yıllar yaşadı.


Yüz yaşına kadar geldigi söylenmektedir. Şam civannda Besne'de vefat etmiştir.
O gösterdiği sabrı ile insanlara bir ışık bir önder olmuştur. Ne mutlu sabırh olanlara, ne mutlu, Hz. Eyyüb gibi olanlara.

Hz Yusuf A.S. Hayatı

Hz. Yusuf çok güzel bir çocuk olarak dünyaya gelmişti. Babası Hz. Yaküb, Yusuf'un peygamber olacağından daha Yusuf 12 yaşında iken haberdar oldu. Hz. Yusuf 12 yaşında iken bir rüya gördü. babasına anlattı:
- "Bu gece rüyamda on bir yıldız, ay ve güneşi bana secde ederken gördüm."

Hz. Yaküb cevab verdi:
- "Oğlum Allah seni mübarek kılsın. lleride senin için iyi şeyler olacak. Bu rüya ileride sana peygamberlik müjdesidir."
Hz. Yaküb'un Yusuf'a düşkünlüğü diğer çocuklannda kıskançlık başlattı. Ağabeyleri Yusuf'u istemiyorlardı. Bir gün agabeyler toplanıp bir plan yaptılar.


Yusuf'u kıra götürüp öldüreceklerdi. Ertesi gün Hz. Yaküb'un yanına gelerek Yusuf'u götürmek için izin istediler.
Hz. Yaküb, Yusuf'u göndermek istemiyordu. O yüzden
oğullanna şöyle dedi:
- "Orada kardeşinize bakamayabilirsiniz. Sonra başına kötü bir şey gelmesin?"



- "Babacığım biz onun ağabeyleriyiz. O'nu muhakkak ki koruyacağız."
Hz. Yaküb ikna oldu ve izin verdi. Ormana gittiler.
Ormanda Hz. Yusuf'u öldürmek istediler. Cinayetin büyük günah olduğunu bildikleri için vazgeçtiler. Sonra Hz. yusuf'u bir kuyunun içine bıraktılar. Hz. yusuf'un gömleğine kan sürdükten sonra akşam eve ağlayarak geri döndüler.


Hz. Yaküb oğullarını görünce hemen sordu;
- "Ne bu häl? Niçin ağlıyorsunuz?"
- "Ey babamız, ormanda biz koşu yaptık, Yusuf'u
eşyalann başında bıraktık. Döndüğümüzde bu kanlı gömlek vardı. Yusuf'u kurtlar yemiş."
Hz, Yaküb kanlı gömleği yüzüne sürerek agladı. Gördü ki gömlekte sadece kan vardı.


Fakat bir yırtık izi dahi yoktu. Hz. Yaküb, Yusuf'un kurtlar tarafından yenmediğini anlamıştı. Ağlayarak çocuklarına seslendi;
- "Hayır! Bu hikäyeyi siz uydurdunuz. Artık bana düşen güzel bir sabırdır."
Sonraları Hz. Yaküb ağlamaktan görmez oldu. Hz. Yusuf kuyunun dibinde Allah tarafından üç gün korundu. Kuyunun oradan bir kervan geçiyordu.

Su içmek için kuyuya bir kova salladılar. Kovayı yukan çektiklerinde Hz. Yusuf'u gördüler. Sevinçle Yusuf'u yanlarına aldılar. Kervan Mısır'a geldi. Hz, Yusuf'u köle pazarında satışa koydular.
O zamanlar insanlar köle olarak ahnıp satılıyordu. Mısır hükümdarı Aziz ile Züleyha'nın çocukları yoktu. Aziz ile kansı Züleyha, Hz. Yusuf'u az bir parayla satın
aldılar.

Bir zaman sonra Hz. Yusuf büyüdü artık güzelligi ile göz kamaştınyordu. Züleyha Hz. Yusuf'a aşık oldu. Hz, Yusuf a aşkını söyledi. Hz. Yusuf karşı koydu, kaçmak istedi. Kaçarken Züleyha Yusuf u arkadan yakaladı. O sıra Aziz içeri girdi. Çok sert bir tavırla ne olduğunu sordu. Hz. Yusuf doğruyu anlattı. Fakat Züleyha hemen atılarak Yusuf'un kendine tecavüz etmek istediğini söyledi.


Züleyha Yusuf'u elde edemeyince O'nu zindana göndermişti. Hz. Yusuf zindana gitmenin daha hayırlı oldugunu bildiği için fazla üzülmedi. Zindandakiler Hz. Yusuf'un şerefli ve terbiyeli bir genç olduğunu biliyorlardı. Hz. Yusuf'u sevgi ile karşıladılar. Hz. Yusuf zindandakilere Allah yolunu anlatıyor ve hep beraber ibadet ediyorlardı.


Birgün Mısır Hükümdan bir rüya gördü. Rüyasında "yedi cılız inek, yedi yağlı ineği yiyordu. Ayrıca yedi yeşil başağın yanında yedi kurumuş başak vardı."
Hükümdar rüyanın yorumunu istedi. Rüyanın yorumunu bir tek Hz. Yusuf yapabildi:
- "Yedi sene ekinlerinizi ekiniz. Biçtiğiniz ekinleri başaklarında saklayın ve yiyeceğiniz kadarını kullanınız.

Daha sonra büyük bir kıtlık olacak. Bu yedi senede biriktirdiklerinizi kıtlık içinde geçecek yedi senede yersiniz. Bolluk yedi seneden sonra gelecektir."
Bu rüya yorumundan sonra Hz. Yusuf zindandan çıkanldı. Hz. Yusuf Mısır'ın idaresine geçti. Yedi sene bolluk zamanında ambarları doldurdu. Genel kıtlık zarnanı halka bugday dağıttı.



Hz. Yaküb buğday almaları için oğullannı Mısır'a gönderdi. Hz. Yusuf ağabeylerini tanımıştı. Ancak ağabeyleri Yusuf'u tanıyamadı. Hz. Yusuf'ta kendini tanıtmadı. Fakat kaç kardeş olduklarını sordu. Zira kardeşi Bünyamin aralarında yoktu. Bir dahaki gelişlerinde Bünyamin'i de getirmelerini istedi. Bir sonraki gelişlerinde Bünyamin'de yanlarındaydı.


Erzaklan aldılar geri döneceklerdi ki Hz. Yusuf gizlice
kendini Bünyamin'e tanıttı. Sonra hırsızlık yaptığı
gerekçesiyle Bünyamin'i yanında tuttu
Ağabeyleri Hz. Yaküb'un yanına gittiler. Yanlarında
Bünyamin yoktu. Hz. Yaküb Bünyamini sordu. Hz.
Yaküb'un oğulları; Bünyamin'nin Mısır'da kalmasının
nedenini anlattılar. Hz. Yaküb ogullarını Mısır'a
gönderdi ve Hz. Yusuf'a bir mektup yazdı.

Mektupta Bünyamin'in hırsızhk yapmayacağını belirtti. Ayrıca Hz. Yusuf'tan Bünyamin'i geri göndermesini istedi. Hz. Yaküb'un oğulları Mısır'a vardılar. Hz. Yusuf ağabeylerine bu defa kendini tanıttı. Ağabeyleri çok şaşırdılar. Hz. Yusuf onlara hiç kızmadı. Ağabeylerini kucakladı. Kendi gömleğini ağabeylerine vererek şöyle dedi:

- "Bu gömlegi babama götürün. Gömleği yüzüne sürsün, artık o görecektir. Sonra da tüm ailenizle buraya geliniz."
Ağabeyleri Hz. Yusuf'un dediklerini yaptılar. Hz. Yaküb'un gözündeki perde indi ve görmeye başladı. Hz. Yaküb çok sevindi.
Sonra Mısır'a gidip hep beraber mutlu olarak yaşadılar.

Hz Yakub A.S. Hayatı

Hz. Yakûb, İshak aleyhisselämın ikiz çocuğundan biri olarak dünyaya geldi. Babası ölümünden önce Hz. Yaküb'u dayısı LEYLÂ BİN NÂHUR'un yanına gönderdi. Dayısının LAYA ve RAHIL adında iki kızı vardı. Hz. Yaküb Rahil'i dayısından istedi, Dayısı ise ona şöyle cevab verdi;
- "Büyüğü olan Laya dururken küçügünü nikahlayamayız."

Daha sonra yaptıklan antlaşma gereği dayısına yedi sene hizmet etti. Yedi sene sonrası Rähil ile evlendi. Hz. Yaküb'un Râhil'den oğlu olduğu zaman 91 yaşında idi. Oğluna Yusuf adını verdi. Yusuf'un dogumundan sonra Hz. Yaküb babasmın memleketine gitti. Orada ikiz kardeşi Ays'ı gördü. Yusuf iki yaşında iken kardeşi BÜNYAMİN dünyaya geldi. Bu esnada Hz. Rähil öldü. Hz. Yakub ogulları arasında en fazla Yusuf ile sohbet ederdi.

Hz. Yakûb'un lakabı Israil idi. Hz. Yaküb bol servete ve çocuklara sahipti. dini kuvvetliydi. Halisti, salihti, bitmeyen bir sabn vardı. Seçkin ve hayırlı kimselerdendi. Hz. Yusuf yedi yaşında iken bir rüya gördü ve babasına anlatti:
- "Babacıgım rüyamda onbir yıldız güneş ve ayın bana secde ettigini gördüm."
Hz. Yaküb cevab verdi;

- "Yavrum rüyanı kardeşlerine anlatma. Yoksa sana tuzak kurarlar. Zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır. Rabbin böylece seni rüyandaki gibi seçecek sana rüya yorumlamayı öğretecek. Doğrusu Rabbin bilir ve her işi hikmetle görür."
Hz. Yaküb'un Yusuf'u sevmesi diğer çocuklannda rahatsızlık ve kıskançlık doğurur. Birgün Hz. Yaküb'un oğullan Yusuf'u kıra götürmek için izin istediler. Hz. Yaküb ilk önce izin vermedi.

Sonra çocuklann ısrannı kırmayıp izin verdi, Kırda kardeşleri Yusuf'un ellerini bağlayıp, gömleğini çıkardılar, Kuyuya attılar. Daha sonra oradan hızla uzaklaştılar.
O zamanlar Hz. Yusuf 12 yaşındaydı. Yüce Allah Yusuf'u kuyuda üç gün korudu.
Kardeşleri Yusuf un gömleğine kan sürdükten sonra Hz. Yaküb'un karşısına çıktılar. Gömlegi göstererek Yusuf'u kurtlann yediğini söylediler.


Hz. Yaküb kanh gömleği yüzüne sürterek ağladı. Sonra
çocuklarına seslendi;
- "Hayır, nefisleriniz sizi aldatıp, böyle büyük bir iş yapmaya sürüklemiş. Artık bana düşen güzel bir sabırdır."
Ancak Hz. Yaküb Yusuf'un öldüğüne inanmamıştı. Oğlunun kurtlar tarafından yenilmediğinin farkındaydı. Aradan uzun yıllar geçti. Hz. Yaküb ağlamaktan görmez oldu. Daha sonra oğulları Mısır'a gittiler.

Mısır'da Yusuf Allah tarafından kardeşleriyle karşılaştınldı. Fakat kardeşlerine kendini tanıtmadı. Çünkü Allah'ın izni yoktu. Hz. Yusuf onlara kaç kardeş olduklarını sormuştu. Bir dahaki gelişlerinde en küçükleri Bünyamin'i getirmelerini istedi. Sonra yine Mısır'a gittiler. Bu defa Bünyamin de yanlanndaydı. Hz. Yusuf kendini gizlice Bünyamin'e tanıttı. Sonra da hırsızlık yaptığı gerekçesiyle Bünyamin'i geri göndermedi.

Bunun üzerine Hz. Yaküb Mısır Azizine bir mektup yazdı.
- "Biz, başına birçok belälar gelmiş bir sülaleyiz. Ceddim İbrahim, Nemrud'un ateşi ile mübtelâ kılındı, sabretti. Allah'ta onu selämete erdirdi. Babam İshäk, kurban olmakla mübtelä kılındı, sabretti. Allah'da onu bir kurbanlığın bedeli ile kurtardı.
Bana gelince, ben oglum Yusuf'u kaybetmekle mübtelâ kılındım. Onun aynlığından ağlaya ağlaya gözlerim gitti,.belim büküldü.

Kendimi, yanında rehin tuttuğun oglum, Bünyamin ile teselli ediyorum. Onun hırsızlık ettiğini söylemişsin. Bizim neslimizden olan hırsızlık etrnez. Bizden hırsız çıkmaz. Onu bana iade edersen edersin. Etmez isen sana öyle bir beddua ederim ki yedi göbek sülalene geçer."
O sırada Mısır azizi olan Hz. Yusuf mektubu okudu ve agladı. Cevab verdi.

- "Ey ihtiyar, mektubun geldi. Okudum ve anladım
mektubunda salih babalarını zikredip her birinin düştükleri belälara nasıl sabrettiklerini yazıyorsun. Onlar her nasıl sabrettilerse sende sabret."
Hz. Yakub mektubu okuduktan sonra dediki;
- "Allah'a yemin ederim ki bu bir kral mektubu değil, peygamber mektubudur. Bu mektubu yazanda olsa olsa Yusuf'tur."
Sonra ellerini kaldırdı ve düa etti;

- "Allah en hayırlı koruyucudur. O, esirgeyicilerinde esirgeyicisidir."
Allahü teâla'da şöyle vahyetti;
"İzzet ve celâlim hakkı için degilmi ki sen hıfz edici
olarak tevekkül ettin. Ben de seni iki evladının ikisine
de kavuşturacağım."                                   
Sonralan Hz. Yaküb'un oğullan bir daha Mısır'a gittiler. Hz. Yusuf kardeşlerine kendini tanıttı ve onlara kızmadı, onları kucakladı. Şöyle dedi;

- "Şu benim gömleğimi götürüpde babamın yüzüne sürün. O artık rahatlıkla görmeye başlar. Sonra bütün ailenizi bana getirin."
Hz. Yaküb'un oğulları gelip babalanndan af dilediler.
Hz. Yaküb şöyle dedi;
- "Sizin için Rabbime sonra tövbe ederim. Gerçek şudur ki, çok günah örtücü, çok merhamet edici ancak odur."


Hz. Yakub daha sonra Hz. Yusuf'un daveti üzerine 72 kişilik bir aile gaıbu ile Mısır'a gitti. Hz. Yusuf görkemli bir törenle onlan karşıladı.Hz. Yusuf babasına;
- "Babacığım benim ayrılığıma gözlerini kaybedesiye ağladın. Allah'ın bizi kıyamette kavuşturacağını bilmiyor muydun?"
Hz. Yaküb cevab verdi;


- "Bilmiyorum oğlum. Fakat senin dinine bir zarar getirirlerde aramız açılır, kıyamette de beraber olamayız diye korkmuştum. Allah'tan bizi imanımızda sabit kılmasını istiyoruz."
Hz. Yaküb, oğullan ile Mısır'da mutlu ömür geçirdi. Eceli yaklaşınca çocuklarına şöyle seslendi;
- "Yavrularım benden sonra neye ibadet edeceksiniz." Oğullan şöyle dedi;

- "Biz senin mabudun ve ataların, İbrahim, Ismail ve İshäk'ın mabudu olan bir Allah'a ibadet edeceğiz. Biz ona teslim olmuşuz. Müslümanız ondan başkasını tanımayız."
Hz. Yaküb gönül rahatlığı ile vefat etti. Şam civarında babası İshak'ın yanına defnedildi. İkiz kardeşi Ays'da aynı gün ölmüştü. her ikiside aynı kabre kondu. Yaşlan 147 idi.

Hz Ishak'in Hayatı

Hz. İbrahim ikramı çok severdi. Bu yüzden evinde misafir, hiç eksik olmazdı. Misafir olmadığı zamanlar, kendisi çarşıya çıkar, ikram edecek kimseler arardı.
Günlerdir, İbrahim aleyhisseläma hiç kimseler ugramamıştı. Hasretle misafir gözlediği bir günde, kapısı çalınıvermişti. Kapıyı açtığı vakit, kılığından kıyafetinden yabancı olduğu belli olan üç yakışıklı genç ile göz göze gelmişti.
Bunlar, Yüce Allah tarafından Sedom ve Gamora'yı heläk etmekle görevlendirilmiş meleklerdi. İnsan suretinde görünmüşlerdi. Buraya ise İbrahim aleyhisseläma, doğacak ogulları İshak'ın müjdesini
vermeye gelmişlerdi.
İbrahim aleyhisseläm onların melek olduğunu
bilmiyordu. hemen onları güzel bir yere oturttu. Misafirlerine kibar ve nazik davranıyor, onları memnun etmek için, olağanüstü çaba harcıyordu.

Evde daha önce pişirilmiş dana eti vardı. Sofraya getirip buyur etti. Ne var ki misafirler sofraya yanaşmaya pek hiyetli değillerdi. Hz. Ibrahim onların çekindiğini sanarak, sofraya gelmeleri için yeniden ısrar etti. Ancak misafirler sofraya uzanmıyorlardı.
Hz. İbrahim birden kuşkulanmıştı. bunlar niçin yemiyor? Yoksa fena bir niyetleri mi vardı?

Melekler Hz. İbrahim'in endişelendiğini hissetmişlerdi. Onun endişesini gidermek için ortamı yumuşatmaya çalıştılar.
- Biz parasız yemeyiz. Yedigimiz yemeğin ücretini veririz.
Hz. İbrahim; "Bu yemeğin ücreti: Başta "Bismillah sonunda Elhamdülillâh demektir" cevabını vermişti. Cebrail aleyhisselâm bu güzel cevab karşısında tebessüm ediverdi.

- Bu zat Allah dostu olmaya gerçekten läyık. Hz. İbrahim bu cevabı duyunca rahatlamış, misafirlerinin öyle sıradan kimseler olmadığını anlamıştı. Zaten meleklerde onun bu merakını hemen giderdiler.
- Bizden korkma, ey İbrahim. Biz korkulacak kimseler değiliz. Insan suretine girmiş melekleriz. Sana hayırlı bir müjde getirdik. Çok yakında ilim ve kemal sahibi bir oglun olacak. Adını ise "İSHAK" koyacaksın.

İshak: "Sevinçle güldüren" anlamına gelmekteydi. Bu isim bizzat Allah (C.C.) tarafından melekler vasıtasıyla Hz. İbrahim'e bildirilmişti.
Hz. İbrahim çok şaşırmıştı. Ancak bu müjdeyi duyan Hz. Sare daha büyük bir şaşkınlık yaşıyordu. Çünkü gençliğinden beri hiç doğum yapmamış bir kadındı. Elinde olmadan çığlık atmıştı.
"Ben mi doğuracağım? Ben ihtiyar bir kadın kocamda ihtiyarlamışken nasıl doğurabilirim.

Doğrusu bu şaşılacak bir şey." Melekler:
- Ey Sare hatun, Ey İbrahim aleyhisselâm! siz bu işe bu kadar hayret etmeyin. Yaşlandık diye ümitsiz olmayın. Bu verdiğimiz haberi kendimizden         vermiyoruz. Rabbimizin bize söylediklerini size bildiriyoruz. Bu durumda haberin doğruluğundan şüpheniz olmasın.

Allah'ın rahmet ve bereketi, geçmişte olduğu gibi bundan sonrada üzerinizde olacaktır.
Hz. İbrahim Allahü teâlâya hamdü senalar etti.
Ey Allah'ın elçileri buraya gelmekteki maksadınız sadece bu müjdeyi vermek için mi? Yoksa başka bir görevinizde varmıdır?
- Biz hak dinden çıkarak, anlaksızlakta çok ileri giden günahkâr bir kavmi helâk etmek için geldik buraya.

Hz. İbrahim meraklanmıştı.
- Hangi kavimdir bu acaba?    
- Lut kavmidir.
Hz. İbrahim bu cevap üzerine telaşlanmış, çok da üzülmüştü.
- O kavmin içinde Lut'da var. O Allah'ın iyi bir kuludur. Onu da mı heläk edeceksiniz?
Biz o beldede bulunanları gayet iyi biliriz.

Elbette Lut ve Ona inananlar, heläktan kurtulacaklardır. Ancak Lut'un hanımı hariç, cünkü O Lut'a karşı çıkıp, kavminin yaptıklarına taraftardır.
Hz. İbrahim; Lut aleyhisselämm ve ona tabii olan müminlerin kurtulacağına çok sevinmişti. Ancak heläk olacak kavme biraz daha zaman tanınsaydı diye geçirmişti içinden. Bu düşüncesini meleklere de açtı.
- Ey İbrahim sen onların çirkin hallerini bilmiyorsun;

Onların ıslahı mümkün değildir.
Melekler vazifelerini yapmışlar, Lut kavmine gitmek
üzere oradan ayrılmışlardı.   
Günler günleri kovaladı. Aylar sonra meleklerin haber verdiği gibi, Hz. İbrahim'in, Hz. Sare'den bir oğlu dünyaya geldi. Adını İshak koydular.
Hz. İbrahim bu yaştan sonra kendisine evlât veren
Rabbine şükretti.     

- Ya Rab beni ve neslimi namaz ibadetinde devamlı
kıl. Duamızı kabul eyle.      
İshak aleyhisselâm büyüdü serpildi. Yüz şekli Hz. İbrahim'e çok çok benziyordu.
İbrahim aleyhisselâm ecelinin yaklaştığını hissettiği sırada, oğlu Ishak henüz evlenmemişti. Hz. İbrahim oğlunun, Allahü teâlâyı tanımayan. Kenani'lerden bir kızla evlenmesine razı degildi.

Bu nedenle hizmetçisini gönderip, Harran'dan bir kız getirmesini istedi. Hizmetçi Allah'ın izni ile Harran'a vanp. Hz. İbrahim'in kardeşinin torunu Rafka'yı getirdi. (Hz. Ibrahim'in kardeşi Nahor'un oğlu Betuel'in kızı Rafka) Hz. İshak amcasının torunu Rafka ile evlendi. Bu evlilikten ikiz çocuklan olmuştu. İlk doğana "Ays" sonrakine ise "Yakub" adını verdiler.
Hz. İbrahim'in vefatından sonra Yüce Allah Hz. İshak'ı Şam ve Filistin halkına peygamber yaptı.

İshak aleyhisseläm tam bir kalp temizliği içinde, namaz ve zekätın yerine getirilmesi için insanlara devamlı nasihatler ediyor, onları ahirete hazırlıyordu.
Hz. İshak yıllarca kavminin dünya ve ahiret saadeti için durup dinlenmeden çahşmıştır. Çogu zaman onların kalplerini yumuşatmak için, Allah'ın izni ile onlara çeşitli mucizeler göstermiştir. Kalbinde Allah sevgisi olanlar, Hz. İshak'a tabi olup onun gittiği yolu izleyip mutlu oldular.

Ileriki zamanlarda Hz. İsmail'e de peygamberlik görevi
verildi. Hz. İsmail önce kendi ehline, çoluk çocuğuna,
yakın akrabalarına, sonra kavmine, namazı zekätı,
ilähi emirleri tebliğ etmiştir. Hz. İsmail Yemen'de
oturan, Amalika'lıları irşad etmekle görevlendirildi. Bu
kavim içinde 50 yıl kalıp onları hakka davet etmiştir.
Bazıları ona iman etmişler. Bazıları da küfür ve şirkte
inat etmişlerdir. Hz. İsmail vefat edeceği sene,
Mekke'ye geldi. Oradan'da Filistin'e giderek,
babasının kabrini ziyaret etti. Kardeşi Hz. İshak'la
buluştuktan sonra kızı Sabiha'yı Hz. Ishak'ın oğlu Ays
ile evlendirdi. Daha sonra Mekke'ye döndü. Yüz otuz
yedi yaşında vefat etti. Oğulları onu annesi Hacer'in
yanına defnettiler.

Hz ismail A.S. Hayatı

Mısır'da huzur bulamayan Hz. İbrahim oradan ayrılıp yeniden Şam'a dönmüştü. Şeb denilen yere gelince oraya yerleştiler. Su ihtiyaçlarını gidermek için bir kuyu kazdılar. Kuyunun suyu çeşme gibi akıyordu. Bu sudan kendileri dışında o çevrede bulunan herkesde yararlanıyordu.
Hz. İbrahim, Allahü teâlâdan hayırlı bir çocuk vermesini düemekteydi. Ancak zevcesi Hz. Sare'nin çocuğu olmuyordu. Hz. Sare bu duruma üzülüyor ama elinden de bir şey gelmiyordu. Bu yüzden Hz. İbrahim'e, Hacer'le evlenmesini teklif etti. O günün dünyasında erkeklerin çok kadınla evlenmesi tabi bir olaydı.
Hz. Ibrahim biraz düşündükten sonra bu teklifi reddetti.
- Ey Sare bu işin sonundan endişe ederim. İleride Hacer'i kıskanmandan korkanm. Huzurumuz bozulsun istemiyorum. Ancak Hz. Sare kararlıydı. Hacer'in Hz. İbrahim ile evlenmesi konusunda ısrarcı oldu. Bunun üzerine Hz. İbrahim, Hacer'le evlendi Birbirini kovalayan günler, haftalar, aylar sonra, Hacer, nurtopu gibi bir     erkek çocuk dünyaya getirdi. Adını İsmail koydular.
Önceleri herşey güzel gidiyordu. Ancak Sare'de
kıskançlık başlamıştı. Artık aynı çatı altında yaşamaları
çok zor görünüyordu.  
Hz. Ibrahim, ne yapacağını bilmiyordu. Yüce Allah,
Hz. sare'deki bu duyguyu çeşitli hikmetlerle Hz.
İbrahim'e vahyetti.

Onları emin bir bölgeye götürmesini bildirdi. Hacer ilc oğlunu alıp başka bir beldeye götürüp onları oraya yerleştirecekti. Bu yolculukta onlara bir melek rehberlik yapacak, yerleşecekleri yeri onlara gösterecekti.
Hz. İbrahim işe Hacer ile oğlu İsmail'i yanına alarak bir akşam üzeri evden ayrıldı. Gide gide Mekke'ye kadar uzanmışlardı. Bugün zemzem kuyusunun bulundugu yerin çok yakınında konaklamışlardı. Hz. İbrahim bir ağacın dibine çadır kurarak, onları oraya yerleştirdi. Yanlarına bir miktar hurma ve su bıraktıktan sonra, yanlarından ayrılmak için çadırdan dışarı çıktı.
Hacer telaşa düşmüş ağlıyordu.

Henüz iki yaşındaki oğlu İsmail ile bu ıssız vadide kimselerin olmadığı bu yerde, tek başına kalacakları düşüncesi yüreğini korkuyla kemiriyordu.
- Ey İbrahim bizi ıssız ve sessiz bu vadide bırakıpta nereye gidiyorsun? Sensiz kimsesiz ne yaparız biz burada?
Hz. İbrahim Hacer'i cevaplamıyordu. Hader uzun süre yalvarıp yakardıktan sonra Hz. İbrahim'e şu soruyu sordu.
- Yoksa böyle yapmanı Allah mı emretti? Hz. İbrahim'in cevabı Hacer'i rahatlatmıştı.
- Evet Allah emretti.

- Öyle ise bize Allah kafidir. O bizi korur, sahipsiz bırakmaz.
Hz. Ibrahim bir müddet yol aldı. Hacer onu, uzun süre dalgın gözlerle izleyip durdu. Hz. İbrahim kendini göremeyecekleri bir yere varınca Kâbe yönüne dönüp, Yüce Allah'a duaya başladı.
- Ey Rabbim ben, eşim Hacer ile oglum İsmail'i bu çorak vadiye, namazlarını dosdoğru kılsınlar diye yerleştirdim. Bu bölgeyi afet ve düşmanlardan muhafaza eyle. Emniyetli bir belde kıl. İnsanlarıri  gönüllerini buraya meylettir ki gelip yerleşsinler. Eşimle çocuğumun yalnızlıklarını gidersinler,

Hz. Hacer ile oğlu Ismail, Mekke vadisinde birlikte yaşıyorlardı. Hz. Hacer çocuğu acıktıkça emziriyor, susadıkça da yanındaki kırbadan su veriyordu. Bir süre şonra suları bitti. Küçük İsmail susuzluktan ağlayıp sızlamaya başlamıştı...
Güneş bütün sıcaklığıyla etrafı yakıp kavuruyor, Hacer ile oğlunun susuzluğunu daha da arttırıyordu. Hacer yürüye yürüye sefa tepesinin bulunduğu yere geldi. Tepeye çıkıp etrafa göz gezdirdi. Etrafta, ne su ne de kimsecikler vardı. Koşarcasına vadiyi aşıp Merve tepesine geldi. Çevreyi kolaçan etmesine rağmen, ne bir damla su izine nede herhangi bir kimseye rastlamıştı.

Su bulurum ümidiyle Sefa ve Merve tepeleri arasında tam yedi kere gidip gelmişti. Merve tepesinde çaresiz bir şekilde soluklanırken, duyduğu ses ile ister istemez sevindi. Aynı sesi ikinci defa duyunca... "Ey ses sahibi sesini duyurdun. Eğer kudretin varsa bize yardım et." diye haykırıverdi. Bunun üzerine Cebrail aleyhisseläm insan suretinde görünerek, ayağının topuğu ile yeri kazmaya başladı. Kısa sürmediki yerden su fışkırmaya başladı.
Hz. Hacer suyu görünce sevincinden yerinde duramadı. Suyun akıp gittiğini görünce, ziyan olmasın diye etrafını çevirip avuç avuç kırbasına dolduruyordu. Bir yandanda su ziyan olmasın diye zcın zem (dur, dur) diye bağırıyordu. Bugün Käbe'de bulunan zemzem kuyusu işte bu sudur.
Susuzluklarını gidermişlerdi. Artık susuzluk dertleride olmayacaktı. Sonraki günlerde Cürhüm kabilesinden bir kaç aile geldiler. Daha önce su bulunmayan bu bölgedeki, kaynagı yani zemzem'i görünce çok şaşırdılar. Suyun başında duran Hz. Hacer'e: "Bizim buraya yerleşmemize izin verirmisin?" diye sordular.
Hz. Hacer kabul etmişti. Böylece ıssız, sessiz vädi kısa zaman sonra şenlenivermişti. Hz. Hacer yalnizlıktan kurtulmuş ve Mekke şehrinin kuruluşu da böylece başlamış oluyordu.
Hz. İbrähim bir zaman sonra, hanıfhı ile oğlunu ziyarete geldi. Onları bereket içinde, şenlenmiş, kalabalıklaşmış bir mekända görünce çok sevindi. .
Yüce Allah'a hamd-ü sena etti.'"

Artık Hz. İbrahim, zaman zaman Mekke'ye geliyor, bir süre oglu ve hanımı ile birlikte kalıyor, sonra da geri dönüyordu.
Yıllar geçmiş İsmail büyüyüp serpilmiş, yakışıklı bir delikanlı olmuştu. Mekke'de sevilen sayılan biriydi. Hz. Ibrahim yine bir gün Mekke'ye gelmişti. O gece uyurken rüyasında bir ses şunları söylemişti:
- Ey İbrahim, Allah oğlun İsmail'i kurban etmeni istiyor.
Hz. İbrahim vücudunun her zerresinde oluşan boncuk boncuk terler arasında korkuyla uyandı. Gördüklerinin gerçek olup olmadığını düşündü. Bu rüya Allah'tanmı idi, yoksa şeytandan mı? Bir türlü karar verememişti.

Ancak içine şüphe düşmüştü. Ertesi gün aynı rüyayı bir defa daha görmüştü. Bu defa rüyanın Allah'tan olduğuna kanaat getirmeye başlamıştı. Üçüncü günde aynı rüyayı görünce artık kalbinde en ufak bir şüphe dahi kalmamıştı. Bu kesin bir emirdi. Ve oldukça   büyük bir imtihandı. Yüce Allah; İbrahim'i kendine "Halil" yani; dost seçmişti. Şimdi de onun bu   dostluğa layık olup olmadığını imtihan etmek istiyordu. Yüce Allah, onu sevdiği, en kıymetli varlığı olan oğlu ile imtihan edecekti.
Bu meseleyi oğluna nasıl açıklayacaktı. Acaba oğlu ile hanımı bu durumu nasıl karşılayacaktı. İtaat ederlerse problem olmayacaktı. Ya itiraz ederlerse ne olacaktı.

O vakit Yüce Allah'ın azabından kurtulamazlardı. Bu imtihan yalnız Hz. İbrahim için değil, oğlu ve hanımı içinde geçerliydi. Biri Allah yolunda canını feda edecek, digeri ise biricik oğlunu.
Baba oğul sık sık daga odun kesmeye giderlerdi. Yine
bir sabah, Hz. İbrahim oğluna ip ve bıçak almasını,
birlikte oduna gideceklerini söyledi. Baba oğul
yanlarına ip bıçak ve balta alarak yola koyuldular.  •
Mina mevkiine gelince, Hz. İbrahim gördügü rüyayı
yavaş yavaş ogluna anlatmaya başladı. Allah   
tarafından imtihana tabi tutulduklarını anlatmaya        ,
çalışıyordu. Hz. İsmail'de babasının anlattıklarından
sonra, en ufak bir korku ve telaş, olmamıştı.
Hayatı veren Allah değilmiydi? Sahibi O olduğuna
göre yine O alacaktı. Ama erken, ama geç. Üstelik
bundan daha şerefli bir ölüm olabilirmiydi?

Hz. İsmail tam bir teslimiyet ve tevekkül içindeydi.
- Babacığım, hiç endişelenme. Her ne ile emrolundu isen onu yap. Allah'ın izni ile beni sabreden biri olarak göreceksin.
Oğlunun bu cevabi; İbrahim aleyhisselämı hem sevindirmiş, hem de duygulandırmıştı. Oğlunu şefkatle süzerken, gözlerinden bir kaç damla yaş akmıştı. Ogluyla gurur duyuyordu. Birden önlerine şeytan çıkmış, babalık şefkatini tahrik ederek, kalbine vesvese vermeye başlamıştı. Şeytan, habire gördüğü rüyanın yalan olduğunu, biricik oğluna kıymaması gerektiğini söyleyip durdu. Ancak Hz. Ismail'de aynen babasının yaptığı gibi, şeytariı taşlamış ve yanından kovmuştu.

Hz. İbrahim oğlunu sağ yanına yatırarak, Yüce Allah'ın emrini yerine getirmeye başladı. Bıçagı görüp acı duymasın diye de gözlerini bağlamıştı.
Hz. İbrahim, İsmail'in boynuna sürmek üzere "Bismillah" deyip bıçağı çekmişti. Bıçağı Hz. İsmail'in boynuna   sürünce, bıçak kesmeyiverdi. Çünkü, Allahü teälänın istegi; Hz. İsmail'in kurban edilmesi değildi. Bu olay ile Hz. İbrahim ve ailesinin sadakat ve sabırlarını meleklere ve bütün insanlığa göstermek istiyordu. Bu bir dostluk ve bağlılık sınavı idi. Bıçağın kesmediğini gören Hz. Ismai! babalık şefkatinin ağır geldiği için, babasının bu işi yapmadığını düşünerek, kendisini yüzükoyun yere yatırmasını söyledi. Babasıda öyle yapmıştı.

Ismail'i yüzükoyun yere yatırıp bıçağı yeniden indiriyorken, duyduğu ses ile durmak zorunda kaldı.
- Ey İbrahim, Allah'a ne kadar bağlı bir kul olduğunu
ispatladın. Dur artık İsmail'i kesmene lüzum yok. Hz.
İbrahim başını kaldırıp, sesin geldiği yere yani yukarı
bakınca, elinde kurbanlık bir koc ile Cebrail
aleyhisselâmı gördü.  
- Ey Ibrahim bu koç kırk senedir cennette beslenmektedir. Şimdi oglun İsmail'in yerine onu kurban etmen için yeryüzüne gönderildi.
Hz. İbrahim sevinç içinde oğlunun gözlerini çözdükten sonra, koçu alıp kurban etti ve Allahü teâlâya şükretti.

O günden itibaren bütün müslümanlar, Hz. İsmail'in kurtuluşunu kutlamak ve Allah'a şükran borçlarını ödemek için, kurban kesmeye başlamışlardı. Kurban kesmek vacib olan bir ibadet olarak kıyamete kadar devam edecektir.
Hz. İsmail gençlik çağına gelince, cürhüm kabilesinden bir kız ile evlendi. Annesi Hacer ise 90 yaşında vefat etmişti. Hz. İbrahim yine bir gün, Mekke'ye geldiğinde, oğlu Hz. İsmail'e ilâhi vahip gereği Kabe'yi yapmaları gereğini anlattı.
Bunun üzerine Hz. İsmail taş getiriyor, babasıda inşaatı yapıyordu. Kabe'nin inşası bittikten sonra bütün müminler, Hz. İbrahim'in imamlığında haccettiler. Böylece Hac mümimlere farz kılındı.

Ancak hidayetten nasibi olmayanlara ise hiç bir söz .
fayda etmiyordu.      
Ismail aleyhisselâmın ömrü tevhid mücadelesini
yaymak uğrunda geçti. Hayatında kendisine iman
edenlerin sayısı oldukça çoğalmıştı. Yüz seksen yıllık
ömrünün, sonlarına doğru gözlerine perde inmişti.
Gözlerine perde inen üç peygamberden biriydi. Vefat
ettikten sonra Halilürrahman'da babası İbrahim
aleyhisselâm yanına defnedildi.

Hz Lut A.S. Hayatı

Hz. İbrahim'in kardeşi; Harran'ın oğlu Hz. Lut Ibrahim aleyhisseläma ilk iman edenlerdendi.
Birlikte, Babil'den hicret edip Harran'a varmışlardı. Hz. İbrahim orada kalmıştı. Hz. Lut ise Sedom ve Gomora şehirlerinin bulunduğu Ürdün ve civarına gitti ve oraya yerleşti. Oldukça güzel ve zengin bir şehir olan, Sedom ülkenin en bayındır bölgesiydi, Ancak insanları yoldan çıkmış idi. Orda her türlü ahlaksızlıklar vardı. Putlara tapıyorlar, soygunlar yapıp zavallı insanların ellerinde ne varsa yağmalıyorlar ve en önemlisi ise cinsi sapıklık yapıyorlardı. Yani kadın yerine erkeklere şehvetle yaklaşıyorlardı. Bundan daha kötü daha tiksindirici birşey olabilirmiydi acaba?

Yüce Allah yeryüzünde yarattığı canlıları bir erkek ve
bir dişiden meydana getirmişti. bütün canlıların
üremesi bu iki unsurun, birleşmesinden meydana
geliyordu. Hal böyle iken sapık ilişkiyi seçen Sedom
halkı en yanlış ve en çirkin yolu seçmişlerdi. Bu
yüzden o bölgeye gelen kimseler aynı davranışlarla
karşılaştıkları için Sedom'luları hiç mi hiç
sevmiyorlardı. Yolu o bölgeden geçen yolcular, ne
yapıp ne edip Sedom'a uğramadan geçmeyi tercih
ediyorlardı. Yolu yanlışlıkla Sedom'a düşenler ise
Sedom'luların sarkıntılıklarından dolayı mutlaka
kavgaya tutuşurlardı. Bu iğrenç durumu o kadar
benimsemişlerdi ki onlara oldukça normal bir işmiş
gibi geliyordu.

İşte Hz. Lut'un Sedom'a gönderiliş gayesi buydu. Sapıklık bataklığına gömülmüş olan Sedom halkını bu bataktan söküp çıkarmaya çalışacaktı.
Yüce Allah'ın yasakladığı her şeyde insanlar için mutlaka maddi ve manevi zararlar vardır. Nitekim bu sapık ilişkilerin, günümüzün en korkunç hastalığı olan, "AIDS"ın yayılmasına en büyük aracılığı ettiği tartışılmaz bir gerçektir.
Hz. Lut kendisine Yüce Allah tarafından,
peygamberlik görevi verilir verilmez, Sedom halkını bu
kötü huydan vazgeçmeye çağırdı. Bu azgın insanlara
doğruyu anlatmak gerçektende çok zordu.

- Ey kavmim, Ey Sedom halkı, ben size gönderilen
emin bir peygamberim. Sizler daha önce hiç bir
kavmin işlemediği büyük bir günahı işliyorsunuz. Gelin
bu kötü işleri terkedin. Sizler bir insansınız. Bu
yaptıklarınızı hayvanlar bile yapmıyor. Çevrenize şöyle
bir bakın. Hiç bir hayvan dişisi dururken erkeğe
yanaşıyor mu? Cahillik batağına öyle saplanmışsınız
ki, hem nefsinize hemde başkalarına zulmediyorsunuz
Ben Allahü teälänın emirlerini size iletiyorum. !
Allah'tan korkun ve ona itaat edin.
Sedom halkı bu davete pek itibar etmedi. Hz. Lut'un
sözlerine gülüp geçtiler. Onu dinlemediler. Çok az kişi
iman etmişti. Bunun üzerine Hz. Lut onları Allah'ın  
azabı ile korkutmaya çalıştı.

- Ey halkım. Benim bu anlattıklarımda luv ı>u menfaat
yoktur. Bütün bunları Dünya ve ahiret saadetiniz icin
sizlere anlatıyorum. Eğer bu haliniz böyle devam
ederse korkarım helak olursunuz. Sapıklığı normal bir
halmiş gibi gören, bu azgın kavmin ileri gelehleri,     
aralarında konuşup bir karara vardılar.
      
- Hz. Lut ve ona inananları Sedom'dan kovalım. Güya bize temizlik namusluk davası güdüyorlar. Üstelik ona inananlarda gittikçe artıyor.
Gariptirki ahlaksızlık ve sapıklık içinde boğulanlar iffetli ve namuslu olanları suçluyorlardı. Gidip bu kararlarını Hz. Lut'a bildirdiler.

Lut aleyhisseläm onları sogukkanlı karşılamıştı.
- Ey Lut eğer sen bizi kınamaya devam edersen seni bu memleketten kovarız. Saçma sapan sözlerle bizleri oyalayıp durma. Madem bizi korkutuyorsun doğru      , sözlü isen şu vadettiğin Allah'ın azabını getirde görelim.
Ey kavmim ben sizin yaptığınız bu çirkin işleri şiddetle kınıyor ve nefret duyuyorum. Sizleri kesinlikle tasvip etmiyorum. Ya Rabbi, beni ve ehlimi onların kötü     emellerinden kurtar.
Hiç bir peygamber ıslahında ümidi kesmediği milleti için beddua etmezdi Ancak Lut aleyhisselämın hiç umudu kalmamıştı.

Sedom halkı hiçde ıslah olacağa benzemiyordu. Onlar azabı hakediyordu.
Allahü teälä, Hz. Lut'un duasını kabul etmişti. Lut kavmini yok etmek için üç melek görevlendirmişti. Bu melekler yakışıklı birer delikanlı suretinde Hz. Lut'a gönderildi. Melekler önce Hz. Ibrahim'e uğrayıp, "İSHAK" adlı bir oğlu olacağını müjdeleyeceklerdi. Melekler Hz. İbrahim'e müjdeyi verdikten sonra bir öğle vakti Hz. Lut'a misafir olarak geldiler. O sırada Hz. Lut tarlada çalışmakta idi. Yabancılan görünce hemen yanlarına gitti.
- Safa geldiniz yabancılar.
- Safa bulduk.

- Hayırdır nereden gelir nereye gidersiniz?
- Yolcuyuz. Sedom şehrine kalmak için uğradık, sana misafir olalım dedik.       Hz. Lut iyice terlemişti. Gelen misafirlerin melek olduğunu anlamamıştı. Misafirierin yakışıklı olduklarını görünce, endişelenmişti.
Sedom'lular bu yabancıları gördüklerinde rahailık vermezlerdi. Ancak kendisine gelen bu misafirleride reddetmek bir peygamber için çok ağır bir işti.     Donakalmıştı. Sedom'lular evine hücum ederek bu gençlere saldırabilirlerdi. Bir an ne yapacağını bilemedi. Ancak Sedom'luların çirkin hallerini belli etmek için şöyle dedi.

- Ey misafirler, belliki buranın yabıncısısınız ve belli ki bura ahalisinin hallerini hiç bilmemektesiniz.
- Neymiş o halleri.   
- Yeryüzünde bu kavimden daha ahlaksız daha kötüsü olamaz.
Hz. Lut'un bu sözleri üzerine, meleklerden Cebrail arkadaşlarına dönerek, "Şahit olun" demişti. Yüce Allah Sedom halkının heläki için Lut aleyhisselamın      kavmi aleyhine dört defa şehadet etmesini şart koşmuştu. Bunun üzerine aynı soru üç kere daha soruldu. Üç kerede aynı cevap alınmıştı. Işte Sedom halkı için azap hak olmuştu.

Hz. Lut akşama doğru misafirleri alarak kimselere
görünmeden eve getirdi. Evde hanımı Vahile ile kızları
bulunuyordu. Vahile aslında Hz. Lut'a inanmamıştı.
İman ettiğini söyleyip hep öyle görünmüştü.   
İmansızlığını içinde gizlemişti bu güne kadar. Halbuki
Vahile bir peygamber karısı olarak, dünya ve ahiret
saadetini kazanabilecek, büyük bir nimet içindeydi.
Allah'ın sevgili peygamberine zevce olmuştu.  
O tıpkı Hz. Nuh'un hanımı gibi bunun kıymetini bilemedi. Gizlice evden çıkıp misafirleri olduğunu Sedom'lulara bildirdi. Haber bir anda etrafa yayıldı Herkes müjdeli bir habermiş gibi durumu birbirine anlatıyordu.

Süratle toplanıp Hz. Lut'un evini çevirdiler. Misafirlerin kendilerine teslim edilmesini istiyorlardı. Hz. Lut'un korktuğu başına gelmişti. Perdeyi f aralayarak dışarı baktı. Sedom'lular ellerinde meşalelerle evin etrafını çepeçevre kuşatmışlardı. Taşkınlıklarını arttırınca Hz. Lut onlara nasihat etti.
- Bunlar benim misafirlerimdir. Onlara karşı beni mahçup etmeyin. Alah'tan korkun beni rezil etmeyin.
Ancak Sedom halkının gözü kararmıştı. 
- Ey Lut. Bak işte şimdi tuzağa düştün. Bize nasihatlar
edip duruyordun. Ama bak sende gençleri eve
almıssın.     

Hz. Lut'un tüm çabaları boşa gitmişti. Ne söylese ne anlatsada, bu azgın kavmi durduramıyordu.
- Keşke size yetecek gücüm olsa, Ya da sağlam bir yere sığınsam.
Hz. Lut'un çaresiz kaldığını gören elçi melekler duruma müdahale ettiler. Lut aleyhisseläma melek olduklarını söylediler. Görevlerini anlattılar.
- Ey Lut korkma ve üzülme. Onlar bize hiç bir şey yapamazlar. Onlar azabı hakettiler. Artık ne kadar nasihat etsende faydasız. Kapıyı aç. Bırak gelsinler. Bize bir şey yapamazlar. Hz. Lut çok şaşırmış. Aynı derecede sevinmişti. İçindeki sıkıntı dağılmış, kuş gibi hafiflemişti. Allah'a şükrettikten sonra kapıyı açtı.

Şehvetten gözleri kararmış ahlaksız Sedom'lular, naralar atarak, salyalar akıtarak, içeri daldılar. O anda melekleri asıl şekilleri ile görünce nur (ısık) dan gözleri kamaşıp görmez oldular. Neredeyse korkudan ödleri patlayacaktı. Yine geldikleri gibi çığlıklar ata ata, birbirlerine çarparak, ezerek, Hz. Lut'un evini
terkettiler.
- Lut'un evine sihirbazlar toplanmış. Sakın
yaklaşmayın.
Kalabalık çabuk dağılmıştı. Etraf tenhalaşınca
Melekler, Lut aleyhisseläma bundan sonra ne
yapmaları gerektiğini anlattıktan sonra oradan
kayboldular.  

- Ey Lut sen görevini yaptın. Milletine Cenab-ı Allah'ın emirlerini duyurdun. Aileni ve sana tabi olanları alarak bu şehirden hemen uzaklaş. Müminlerin hiç biri senden geride kalmasın. Hanımında diğerleri gibi helak olacak. Yola çıktıktan sonra hiç kimse geriye dönüp bakmasın. Geride ne olup bittiğini merak etmeyin. Sabaha doğru hepsi azap olacaktır.
Hz. Lut müminleri bir araya toplayıp, onlara olanı biteni anlattı. Ve hep birlikte şehri sessizce terkettiler. Sabaha doğru, Yüce Allah'ın azabıda yetişmişti. sedom'un altı üstüne gelmişti. Üzerlerine taş yağıyordu. Bağırmaları taçışmaları fayda vermemişti.

Yağmur gibi yağan taşların altında kaldılar. Güneş
tamamen doğduğunda, bir tek müşrik kalmamıştı.
Aynı şekilde Gomorro şehride yerle bir olmuştu. Daha
sonra, her taraftan kaynarsular fışkırarak, yurdun her
tarafı göl olmuştu.
Bugün o şehirin yerindeki göl, "Lut gölü" adıyla f, anılmaktadır. Lut aleyhisseläm daha sonra, kızları ve müminleri ile beraber, Şam diyarına ämcası Hz. Ibrahim'in yanına gitmiştir. Kavminin helakinden      sonra, yedi yıl daha Şam'da kalmıştır. 80 yaşında ise   vefat etmiştir. Kabri İbrahim aleyhisselämın bulunduğu Halilürrahman kasabasındadır.